HaberKültür & Sanat Haberleri

Cap ou Pas Cap?

“Aşk köprü kurmaktır. İnsanlar köprü kuracaklarına duvar ördükleri için yalnız kalırlar” demiş Newton. Onların hikayesi örülmüş bütün duvarları yıkmaları ve bir türlü köprü kuramamaları üzerineydi…

Tam sözleştikleri saatte buluşmadılar; ama çok da bekletmediler birbirlerini.ss1
Adam meyhanenin en buselik köşesine oturmuş, yüzünü duvara çevirmişti. Halbuki ne de neşeliydi meyhane o akşam. Saadettin Kaynak ve Selahattin Pınar gecesi vardı.
Ne uzun olmuştu birbirlerini görmeyeli… Neredeyse bir asır!
O geceden sonra, adam çıkmamıştı kadının hiçbir telefonuna… Cevap da vermemişti yazılı çağrılara. Kadın durumu kabul etmişti, kalbi kırılmıştı “o gece” diye bahsedilen gecenin biraz öncesinde yaşananlardan, tamir beklemiyordu. Zaten tamir etme ve edilme durumu rahatsız ederdi kadını… Çok zaman geçmişti, kadın adamın varlığını unutup başka yörüngelere girmişti, tam olarak hiçbiri eksenine oturmamıştı, devamlı deniyordu. Denerken eğlenmeyi de öğrenmişti. Bir Kurban Bayramı öncesi kadının telefonu çaldı.
Adam “Akşam napıyosun” dediğinde, kadın çoktan ne yapacağına karar vermişti. Telefonda konuşurken biraz kokusunu, biraz yüzünü hatırladı adamın. Görüşmediler…
Bir yılbaşı öncesi adam kadını aradı“yılbaşında n’apıyosun?” diyerek… Kadın çoktan biletini almıştı uzun yollara…Kadın telefonu kapatırken içi acıdı… Görüşmediler… Onunla sevdiği, onun sevdirdiği, uğruna kendisini bırakıp gittiği bir şehre, o olmadan onu yaşamak, hatırlamak üzere valizini kapatmışken tam da… Neydi şimdi bu? Çok özlemişti oysa… Adam bunu bilmezdi, kadın da söylemezdi.. Öyle ağdalı cümleler kurulmazdı aralarında… Adam musiki dinlerken, aradan seçtiği bir kaç zarif güfteyle severdi kadını…

Sonra yemek yemek üzere sözleştiler, bir akşam. Kadının işi çıktı, görüşmediler.
O akşam artık ikisi de hazırdı… Aksilik çıkmasına gerek yoktu artık…
Kadın ne yorgundu aslında… Taksiye binerken, yorgunlukla içki içip içemeyeceğini düşündü. Meyhaneden içeri girdi… Masaya doğru yürüdü… Hiçbir şey olmamış gibi, sanki hiç sarılmamışlar, hiç birlikte uyumamışlar gibi, sanki aylar önce bir gece adam, kapıdan dönmemek üzere çıkmamış gibi, eski dosta yaklaşır gibi yaklaştı masaya…

ss2Adam kadını görünce hafifçe kalktı masadan… Selamlaştılar.
Yenildi, içildi ama her zamanki kadar içmedi adam. Gece boyunca gözleri buluşmadı adam ve kadının… Kadın adamın yüzüne bakamadı nedense ama gece boyu adamın yakıcı bakışlarını yüzünün her yerinde hissetti. İyiden iyiye özlemişti… Yüzüne baksa ağlardı belki, belki özlediği belli olurdu. Adam görmek istediği kadını bir türlü göremiyordu. Masada her şeyi zorlamasına rağmen kadını memnun etmek, mutlu etmek, mesafeleri aşmak pek zordu o akşam. Durumu anlayıp, kabullenir bir tavırla sohbeti genele yaydı adam.

Musiki dinledi masadakiler, en değerlisinden musiki söylendi meyhanede. Kadın vahşice eğlenen, parası verdikleri mekanda tek notalık alacak bırakmak istemeyen yamyam kadınları, erkekleri gece boyunca izledi, rahatsız oldu.

Adam bolca musiki dinledi her makamdan… Kadının pek de eğlenmediğini görünce eğildi… “Daha iyisini bulana kadar şikayet etmeyeceksin” dedi… Eğer burada olmazsak, beğenmeyip gidersek, eve kapanırız, gidecek yerimiz kalmaz. Gelmeliyiz, gitmeliyiz, ne istediğimizi söylemeliyiz” dedi… “İçimizde kalmadan, saklamadan”… “öyle ya dedi en ışıltılı bakışıyla.ss3 Masadaki diğer adama güldü kadın, iki adamın eski arkadaşlıklarını düşündü, kadına iyi geldi, gülümsedi.

Gece sonunda diğer adam kendi yoluna gitti… Yalnız kaldıklarında ne yapacaklarını bilemediler. Gece yarısını çoktan geçe kalakaldılar Harbiye’nin ortasında. Bu caddede kesişti hayatları genellikle, bir paralel sokakta adamın evine gitmişlerdi bir zamanlar. Harbiyede kesişti, bir vadide şekillendi ve koptu…

Bir otelin barında küba müziği dinlemeyi hayal edip, o yana doğru yola koyuldular.. Yine aynı şey olmuştu işte: Herşeye bir anda karar verir, dönmemek üzere yola koyulurlardı. Kadın bunu yapmayı özlemişti. Adam iyiden iyiye konuşmaya ve gülmeye başlamıştı… bu herkes için işlerin yoluna girdiği anlamına geliyordu… Tam da kadının sevdiği gibi…. sessizce ve hissettirmeden…
Aradıkları müziği bulamadıkları otelden çıkarken adam kadına sordu. “Ne hissettin?” dedi… Kadın “ne zaman?” dedi. “Kadının sigarasını yaktığımda” dedi.. Kadın anlam veremedi, tam olarak neyi sorduğunu anlamaya çalıştı, olmadı. “Hiçbir şey” dedi.. Hiçbir şey anlamadı kadın… “Rahatsız olmadın mı ben o kadınla yalnız kalırken?”… “Olmadım” dedi… Daha önce rahatsız olur muydu, hatırlamadı. Adamın sorusu hastalıklı geldi… Evet, gecenin başından bu yana adamın şiddetle konuşma isteğini farketmişti ama sözleri böyle bir konu üzerine hercai bir biçimde harcamasını anlayamadı.. Kadın uzak kaldığı zamanlarda büyüdüğünü o anda farketti, canı yanmadan özlemeyi öğrenmişti adamı. O anda ya da bir başka zamanda ne yaptığını merak etmeden sevebilmeyi, saygı duyabilmeyi. Adamın bir türlü vazgeçmediği ölümlüye meşru zevklerden etkilenmeden içinde yaşatmayı. Bu kazanılmış yeni bir masumiyet anlamına geldi. Daha önce olsa canı acırdı… Adam giderken kadın ona kalmasını hiç söylememişti ya, aslında çok canı acımıştı.. Gidişine alışmıştı, bir daha dönmeyeceğini kendine anlatmıştı. Nasıl yaptığını hatırlamıyordu ama alışmıştı… Onunla gittiği yerlere o olmadan gidemediği yalan değildi, onunla yapabildiği şeyleri başkalarıyla yapamadığı.

Dikkati Çekenler

Zaten adamın aklına gelen hiçbir şey başka bir erkeğin aklına gelmiyordu ki. Kendi hikayelerinin içine başka bir hikayenin fotoğrafını koyuverdi kadın, İtalo Calvino’nun bir hikayesini. Âşık olduğu sevgilisinin her anını fotoğraflamaya karar verir adam. Giderek bir saplantıya dönüşür bu. O kadar çok fotoğraf çekmeye başlar ki, sonunda kadın bıkar ve gider. Bu kez adam, kadının yokluğunun fotoğrafını çekmeye başlar. Kadın “her yerde olmadığı” için her şeyin ve her yerin fotoğrafını çekmeye başlar adam, her anın fotoğrafını. Giderek kadının yokluğu, var olan her şeye yayılmaya başlar böylece. Sanırım kadın bunu yapmıştı adam gittiğinde. Belki de o akşam meyhaneye giderken heyecanı bundandı, normal saymadığı adamın varlığıydı.

“Ne yani” dedi kadın içinden, “biz birbirimizi sigara içen kadınlar ve erkeklerle hiç sınamadık ki, biz birbirimizi hiçbir şeyle sınamadık, kırdık, kırıldık, kalbimiz delindi, o deliklerden geçen rüzgarlar üşüttü belki ama hiç soru sormadık birbirimize… Ne zamandan beri aramızdaki sessiz zerafet sözlere, ünlemlere, soru işaretlerine döndü? Bu zerafeti bozmaya tek taraflı mı karar verdin? Sessiz konuşmak ne zamandır sana yetmemeye başladı? Ne kimin yanından geldiğimiz, ne kimin yanına gidiyor olduğumuzu sormaya başlaman ne zamana denk gelir? Yolumuzun uzunluğunu, kalacağımız günleri, ayrı düşeceğimiz zamanları, soruları, cevapları merak etmedik ki. Tek yaptığımız özlemek, sonrasında birbirimizin kokusun takip etmekti, sonra zaten su yolunu bulurdu.

Sorduğun sigarasını yaktığın, bahçede şarkı söyleyen kadın bu virgüllerin hangi yanına düşer,ss4girebilir mi bu satır aralarına? Sen de ben de aynı caddede yürüyorsak senin gidişin girebilmiş mi araya, ya da benim kırgınlığım? Soru sorduklarımızın hepsi çıkıp gitmedi mi hayatımızdan? Senin sözündeki değil, sessizliğindeki kararlara sustum, susmaktan mutlu olduğum için. Sen konuşurken tek harfini dahi kaçırmadım, ki hayatımın bütün deseninde bulursun biraz düşünürsün.
“Hayır” dedi, “ama sen bu soruyu neden soruyorsun, tarzın değildir”. “Bilmem” dedi adam, beni nasıl gördüğünü merak ettim”. Kadın sustu, suskunluğunu kızgınlığına saydı adam. Kadın kızgındı, olanlara değil, bu kadar uzak kalmalarına kızgındı. Yoksa olanları önemsemedi kadın. Uzun zamandır hayatın görünen değil görünmeyen yanıyla ilgileniyordu kadın, bu arızayı kazanması da o geceye denk gelirdi aşağı yukarı. Diğer türlü öldürmek gerekirdi adamı, hakettiği buydu. Adam konuşmak istedi, kadın istemedi, eve gitmek istedi.

“Yanılıyorsun” dedi adam, “ben o kadına bakmadım, isteseydim bulurdum onu ama bulmadım, çok hararetliydi. O geceki harareti onu zavallı yapıyordu. İlgimi çeken hepsi hepsi o kadardı, onunla ilgilendiğimi düşünmen, bunca zamana saygısızlık ve zekama hakaret değil miydi? Beni evden kovmakla eşdeğer değil miydi”. Kadın gülümsedi, adamın anlattıkları basit geldi, açıklama yapma çabası gereksizdi. Adamın bilmediği, kadındaki adamın adama rağmen değerli kalmasıydı. Ses gereksizdi, her türlüsüyle söz de. Kadın adamı dinlemeyi, adam kadının sessizliğini sevdi, bu böyleydi.. Şımartmaya saçlarından başladığı kadının şımarık sessizliğini. O gece şımarmadı kadın, belirgin olarak sustu.

“Bu kez olmadı, yapamadık, düşünemedik. Biz senle dışarıda buluşmalıydık. Sarılmalı, birbirimizi yanaklarımızdan öpmeliydik, ellerini elime almalıydım, gözlerine bakıp “nasılsın? demeliydim, hasret gidermeliydik. Ben seni gözlerimle değil, ellerimle kollarımla, saçlarına dokunarak selamlamalıydım”…

Kadın susmak istedi, adam izin vermedi.. İlle de konuşmak isterken, taksiye bindiler. Eve doğru giderken, adam her zamanki edasıyla kadının ayakkabılarına baktı… “tam istediğim gibi ” dedi… “ojelerin de”.

Yine eski günlerdeki gibi yaptılar, adam salona girer girmez koltuğa uzandı. Kadın aylar önce sahaftan bulduğu dolu bir Yahya Kemal kitabı getirdi. Sahafta hiç göze batmayacak, hatta satılmayacak kitaplar arasında bekleyen kitabı eline aldığında: “Kime aldığını sormuştu sahaf, çok mu belli oluyordu kime aldığı. Eğlenceli pazarlıktan sonra kadın plastik bir poşet içinde eve getirmişti ağır kitabı. Bir daha göreceğini bilmediği bir adam için alınmış bir kitap. Neydi şimdi bu? Arızanın şahikası! Eeee adam sayesinde, adamın yalnızlığına dahil olduğu zamanlarda öğrenmişti o da azıcık arızalı olmayı.

Yahya Kemal’i raftan indirip, incelemeye başladığında olacakları biliyordu. Dili sahafla pazarlık ederken, zihni adamın kitabı eline ilk aldığında edeceği cümleleri sayıyordu içeriden. “Hay allah ya, bu şiirini hiç duymamıştım Yahya Kemal’in. Ya bu fotoğraf? Endamına ve kıyafetine bakılırsa ss5İspanya Büyükelçisi olduğu zamandan kalma. Sana Lozan’ın özelliğini söylemiş miydim?” . Kadın cevap verecekti, “evet, söylemiştin”. “Sana herşeyi anlattım, bildiklerimden aklıma gelenleri”. “Evet” diyecekti kadın… “Bilip anlattıkların, bazen masanın öte yanından gönderdiğin günlük bir bakışın hayatımı değiştirdi, sen bunu hiç bilmedin, bilmek hakkındı belki, bilmedin. Sen her zaman cömert olandın, bildiklerini benimle paylaştın, senin bende bilmediklerin yolumu bu sahafa düşürdü, senin için gözlerim raflarda kitap aradı sana en iyi gelecek şey ya Yahya Kemal ya Münir Nurettin ya da en bilinmeyeniyle Sadri Alışık olurdu, kendini benden okuyana dek. Yahya Kemal bulmayı umuyordum, öyle oldu. Bir de masal kitabı koymak istedim yanına ama alamadım, hangi masalın kahramanı olduğunu bilemedim”… “Sahi, hangi masalın kahramanısın sen?”

Seninle ilgili hatırladığım tek masalda senin gümüş tabakan ve kol düğmelerin, tüneldeki durakta bekleyen bir adam var… ve sonrası…

İnsanoğlu en çok teşekkür etmek için bir şey arar, çünkü teşekkür varsa güzel bir şey olmuş demektir, hayatın iyilikli bir tarafı söz konusudur. Bir gün tünelde bir adamla buluşursun. O güne kadar buluştuğun, yaşadığın, emek verdiğin her şey sıfırlanmış olur, bir film karesinin içine girersin, Tanrı’ya inanmaya başlarsın, sonsuz hayret ve sevinç karşısında büyük eziklikle eteklerini öpeceği bir güce teşekküre edersin; “bütün bunları ben yaşıyor, yapıyor olamam” dersin. Bu bakışı, bu saçı, bu duruşu ben yaratamayacağıma göre büyük bir güç olmalı, bütün bu tersyüz olma, bunca hayat.”

Hak etmediğini düşünürsün, bu kadar güzelini hak edecek bir şey yapmış olamayacağını. Deli olursun, deli… Teşekkür edip bir şeye işte o zaman, bu hayret ağırlığından kurtulmak istersin. Senden bunu almasın diye yeterince teşekkür etmek istersin. İşte tüm gidişine ve yaptığın her şeye rağmen senden bana kalan budur. Kendi karşısında hiç bu kadar ezilmez insanoğlu. Ölüm bile bu kadar ufalayıp ufalayıp kenara koymaz insanı, canını alır alsa alsa. Kafka’nın Milena’ya dediği gibi “diz çöktüğünü” anlarsın: “Gözlerimin önünde ayaklarınız var, okşuyorum onları.”
Düşünmekten sıyrıldı kadın, kendini hatırladı.. “O gece gittiğinde çok canım yandı” diyecekti kadın. “Kalmam için uğraşma, beyhude tüm çabaların” dediğinde şehrin bütün duvarlarını “sakın bir daha dönme!” diye boyamak istedim” diyecekti kadın. Sakın bir daha dönme.”
Kadın biliyordu bu ağulu durumu başından atmak için çok uğraşacağını… Kendini oradan oraya savuracağını, adını bile hatırlamayacağı adamları dinliyormuş, sevişiyormuş gibi yapıp unutmaya çalışacağını… Tam bu noktada dönerse her şey boka sarardı… İşte tam o zaman kadın boyamak istediği duvarlara yazdığı yazıyı örtmeye çalışacaktı ve tüm şehrin, kendisini tanıyan tüm İstanbul’un maskarası olacaktı.

Bana “ben de acıdım, kanadım o gece” diyorsun ya, bunu söyleme. Kimin daha çok acı çektiğine gelince: Eli kalem tutan hangisiyse odur en çok acı çeken. Çünkü tarihi kazananların yazması gibi aşkın acısı da mektupları yazanda kalır, şimdi olduğu gibi.

Evden içeri girdiğinde adam her detayı hatırladı, bol Yahya Kemal’li musikiler dinlediler. Birini uzunlamasına ve derinlemesine sevmenin en iyi örneği olan adam kitaptaki Yahya Kemal’i, zamanlarını kadına tek tek anlattı. Devamında tarih anlattı, müzik anlattı, insan anlattı, aralara kendini kattı.

Unutmadığı kadın kokusuna yakın olmak isteyen adamla sabaha dek ellerini tutarak kendisini uyutan adamın kolunda uyumayı seven kadın birlikte uyuyup birlikte uyanmak istediler. Aralarındaki şifre çözüldü, kadının ayaklarına uzattı ayaklarını, bacaklarının arasına alıp ısıttı, kadın adama sokularak doğru adreste olduğunu teyid etti; öncesini düşünmeden, sonrasını bilmek istemeden.

Adam kadını kokladı… kokladı…bir sonraki sefere kadar…

Cap ou pas cap?
Cap!

61 Yorum

  1. olay budur! elinize sağlık.. akşam bir kadeh viskiyle tadına vararak okuyacağım.

  2. okumaktan sıkılmayacağım bir hikaye.

  3. yorum kısmında bir problem var, yorum karesine girilemiyor, yazı yazsak da sayfanın şekli bozuluyor. Her neyse, bence çok güzel bir yazı olmuş. Tabii yorum yazmayı başarana kadar yazının büyüsü bozuldu bizde. Harbiye’nin hangi tarafındaydınız acaba? Sakın yüksek topuklarınızla yürüdüğünüz divan oteli tarafında olmayasınız 😛

  4. çok güzel anlatmışsınız, ben o adamın yerinde olmak istedim ne yalan söyliim. Benim için de böyle şeyler yazan bir kadın tanıyabilmeyi çok isterdim.

  5. size bu kadar yazıyı yazdıran adam o adam değil mi? hikayedeki kadın da sizi andırıyor, sizin tarzınız. Çok etkileyici buldum. Anlatım tarzınız da bir harika 🙂

  6. bence ikisi de hikayede gibi yaşamayı sevmiş, işin estetik yanını. Belki birbirlerinde buldukları budur. Günlük konular kadar duygusal konuları da çok güzel işliyorsunuz. Epeydir özlemiştik yazılarınızı. Hoşgeldiniz yeniden!

  7. kadın güzel seven bir kadın, bu topraklarda nadir bulunur. Adam bunu hiç anladı mı acaba?

  8. çok değişik bir kadınsınız! bu kadar 🙂

  9. çok özlemiştik sizi… ama değmiş. hikaye kimin? film gibi olmuş.

  10. kaleminize sağlık, çay tadında, kahve tadında sıcacık bir yazı olmuş. Söylediğiniz herşeye katılıyorum, Newton’a da 🙂

  11. siz her halinizle zarifsiniz, mühim olan sizi hakedeni bulmak ki azdır bu topraklarda.

  12. Secil it’s great and delicious! When will we see each other to drink a vodka at Rejans. I miss to do it for 7 years 🙂

  13. sizin hikayeniz de tam Jeux d’enfants olmuş. En yakın zamanda dost sohbetlerinde görüşmek dileğiyle!

  14. bu gazetenin kültür köşesini çok kaliteli buluyorum, sayın sökmene de teşekkürler ederiz.

  15. aşkın binbir türlü tarifi var en güzeli tarifsiz ve yarınsız yaşamak. Bravo sizin gibi yaşayanlara. Mühim olan o karede bulunmak, yaşayabilme cesareti.

  16. TESADÜFEN BEŞİKTAŞ HAKKINDA HABER YAPARKEN BU KÖŞEYİ GÖRDÜM. YANLIŞ BİLMİYORSAM İYİ BİR KURUMSALDA ÇALIŞAN VE HAFTA SONLARINI VE ROCK ALEMİNİN ÖNEMLİ STARLARNIDAN BİRİNİN KAMERALARA YAKALANMADIĞI ZAMANLARDA BEYOĞLU SOKAKLARINI BİRLİKTE GEZDİĞİ SOHBET EDİLESİ HATUN KİŞİ DEĞİL Mİ BU SEÇİL SÖKMEN? SOHBETİ DE YAZILARI TADINDA İSTANBUL’UN GÖRÜNMEZ KAHRAMANİYESİDİR KENDİLERİ. ŞİİR TADINDA YAŞAMAYI SEVDİĞİNİ DÜŞÜNMÜŞTÜM KARŞILAŞTIĞIMDA. HİKAYESİ YAZILMIŞ BİR HİKAYE BENCE, YAŞANDIĞINI SANMIYORUM, YAZILARINA BAKINCA YAŞADIKLARINI GİZLEYEREK YAZDIKLARINI PAYLAŞTIĞINI DÜŞÜNDÜM.

  17. Tünel’de yalnız kahvaltının ve portakallı reçelin değişmez adresi napıyosun? Çok güzel yazı olmuş, sevgiler.

  18. Sizce de aşk insana güzel geliyorsa hala bitmemiş olduğunu göstermez mi?

  19. uzun zamandır sizi görememiştik, özlemiştik. İyi dönüş yapmışsınız 🙂

  20. Sevmek, birinin kıymetini bilmek, onların ardından gitmekle (veya gitmemekle) öğrenilir. Sevmeye dair verilen sözler hayatla sınandıkça kıymetlenir. Hatta sözler bozulsa bile sevmek devam edebilir.

  21. Gün geliyor, bir kişi çıkıyor ortaya. Hem yolun hem evin oluyor; hem maceran hem huzurun, kapıdan geçenin ve evde duranın oluyor. Evin içinde bir soluk, yastıkta bir iz, kendi kokuna karışmış bir koku, yanında durunca farkına bile varmadan elini tuttuğun biri oluyor. Evin içinde, hiç de ‘şiirsel’ olmayan bir anda odadan odaya geçişini seviyorsun misal, onu bilişini seviyorsun, bilinmeyi.

  22. Kokun kokusuna kardeş oluyor ve gün içinde ne olursa ona anlatmayı geçiriyorsun kafandan daha olurken, her ne oluyorsa. Sonra, günün sonunda onunla kalıyorsun. Gitmiyorsun. Aşk mı bu şimdi? Sevgi mi? Alışmak mı? Artık onu da pek önemsemiyorsun. Çok güzel bir yazı olmuş, teşekkürler.

  23. var mısın yok musun? bir tek hayat ve hep iki seçenek vardır ya bence de doğru olanı seçmişsiniz. ben de “varım” derdim.

  24. Bir arkadaşımımn tavsiyesiyle okudum, çok beğendim. Ben aşk üzerine konuşmayı çok severim, önceki yazılarınıza da baktım siz sevmiyorsunuz. Siz aşk yerine Beyoğlu’nu, İstanbul’u, Ayvalık’ı, Paris’i sevmeyi tercih etmişsiniz. Keşke karşılaşabilsek! 🙂

  25. Herkesin keyfi sizinki kadar yerinde olsa keşke. Moralim bozukken okudum, sıcak geldi hikayeniz. Herhalde bu günleri hatırladığımda dönüp dönüp sizin yazınızı okuyacağım

  26. seni usul usul sevmek gerek
    saçlarını koklayarak
    🙂
    🙂

    cemal süreya

  27. Ayvalık’ın en güzel komşusu, biz geldik evimize. Sizi bekliyoruz. Çiko ve Sarıkız’la gün doğarken yaptığın yürüyüşleri, havasını, suyunu, zeytinyağını özlemedin mi?

  28. İSİMSİZ :TESADÜFEN BEŞİKTAŞ HAKKINDA HABER YAPARKEN BU KÖŞEYİ GÖRDÜM. YANLIŞ BİLMİYORSAM İYİ BİR KURUMSALDA ÇALIŞAN VE HAFTA SONLARINI VE ROCK ALEMİNİN ÖNEMLİ STARLARNIDAN BİRİNİN KAMERALARA YAKALANMADIĞI ZAMANLARDA BEYOĞLU SOKAKLARINI BİRLİKTE GEZDİĞİ SOHBET EDİLESİ HATUN KİŞİ DEĞİL Mİ BU SEÇİL SÖKMEN? SOHBETİ DE YAZILARI TADINDA İSTANBUL’UN GÖRÜNMEZ KAHRAMANİYESİDİR KENDİLERİ. ŞİİR TADINDA YAŞAMAYI SEVDİĞİNİ DÜŞÜNMÜŞTÜM KARŞILAŞTIĞIMDA. HİKAYESİ YAZILMIŞ BİR HİKAYE BENCE, YAŞANDIĞINI SANMIYORUM, YAZILARINA BAKINCA YAŞADIKLARINI GİZLEYEREK YAZDIKLARINI PAYLAŞTIĞINI DÜŞÜNDÜM.

    merak ettim kim bu rockçı? Teoman mı yoksa? Bu güzel gülüşlü hanımdan beklenir.

  29. yazarın tüm içtenliğiyle yazdığı yazıları yok şununla cihangirdeydi yok bununla beyoğlundaydı diye magazin sayfasına çevirmenin neresi iyi anlamıyorum. Düzgün bir şekilde durup yazı yazıyor. Yok bize cevap vermiyor yok şununla şunu yapıyor falan… saçma şeyler bunlar.

  30. neden sadece yazıları okuyup yazıyla ilgili yorumlar yazmıyorsunuz? yazarın kendisiyle ilgilenilmesini istediğini hiç sanmıyorum. Belki de yorumlarınıza bu yüzden cevap vermiyordur.

  31. Evinin seni içine sigdiramayacak kadar dar oldugunu fark edeceksin…
    > Sokaga fırlayacaksin… i
    > Sokaklar da dar gelecek…
    > Tipki vücudunun yüregine dar geldigi gibi…
    > Ne denizin mavisi açacak içini, ne piril piril gökyüzü…
    > Kendini tasiyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan da kaybolacak kadar
    > küçüleceksin…
    > Birileri sana bir şeyler anlatacak durmadan…
    > “Önemli olan saglik.”
    > “Yaşamak güzel.”
    > “Boş ver, her şey unutulur.”
    > Sen hiçbirini duymayacaksin…
    > Göz yaşlarindan etrafi göremez hale geleceksin…
    > Ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarinda ölmek
    > isteyecek kadar çok seveceksin…
    > Hep ondan bahsetmek isteyeceksin…
    > “Ölüme çare bulundu” ya da “Yarin kiyamet kopacakmis” deseler basini
    > kaldirip Ne dedin?” diye sormayacaksin…
    > Yalniz kalmak isteyeceksin…
    > Hem de kalabaliklarin arasinda kaybolmak…
    > Ikisi de yetmeyecek…
    > Geçmişi düşüneceksin…
    > Neredeyse dakika dakika…
    > Ama kötüleri atlayarak…
    > Onunla geçtigin yerlerden geçmek isteyeceksin…
    > Gittigin yerlere gitmek…
    > Bu sana hiç iyi gelmeyecek…
    > Ama bile bile yapacaksin…
    > Biri sana içindeki aciyi söküp atabilecegini söylese, kaçacaksin…
    > Aslinda kurtulmak istedigin halde, o aciyi yasamak için direneceksin…
    > Hayatinin geri kalanini onu düsünerek geçirmek isteyeceksin….
    > Aksini iddia edenlerden nefret edeceksin…
    > Herkesi ona benzetip…
    > Kimseyi onun yerine koyamayacaksin…
    > Hiçbir şey oyalamayacak seni…
    > Ilaçlara siginacaksin…
    > Birkaç saat kafani bulandiran ama asla onu unutturmayan.
    > Sadece bir müddet buzlu camin arkasindan seyrettiren…
    > Bütün sarkilar sizin için yazilmis gibi gelecek…
    > Bogazin dügümlenecek, dinleyemeyeceksin…
    > Uyumak zor, uyanmak kolay olacak…
    > Sabahi iple çekeceksin…
    > Bazen de “Hiç günes dogmasa” diyeceksin…
    > Ne geceler rahatlatacak seni ne gündüzler…
    > Ölmeyi isteyip, ölemeyeceksin…
    > Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne çikana sarilmak isteyeceksin
    > …
    > Nafile…
    > Düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek…
    > Rüyalar göreceksin, gerçek olmasini istedigin…
    > Her siçrayarak uyandiginda onun adini söyledigini fark edeceksin…
    > Telefonun çalmasini bekleyeceksin…
    > Aramayacagini bile bile…
    > Her çaldiginda yüregin agzina gelecek…
    > Aglamakli konuşacaksin arayanlarla…
    > Yüregin burkulacak…
    > Canin yanacak…
    > Bir daha sevmemeye yemin edeceksin…
    > Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinden…
    > Onun sesini bir kez daha duymak için yanip tutuşacaksin…
    > Defalarca aradigi günlerin kiymetini bilmedigin için kendinden nefret
    > edeceksin…
    > Yasadigin şehri terk etmek isteyeceksin…
    > Onunla hiçbir aninin olmadigi bir yerlere gidip yerleşmek…
    > Ama bir umut…
    > Onunla bir gün bir yerde karsilasma umudu…
    > Bu umut seni gitmekten alikoyacak…
    > Gel gitler içinde yasayacaksin…
    > Buna yasamak denirse…
    >
    > ****
    > Razi misin bütün bunlara…?
    > Hazir misin sonunda ölüp ölüp dirilmeye…?
    > O halde asik olabilirsin

    Can Dündar

  32. kadın, ışık ve ateş. En sevdiğim üçlü

  33. cap denilen şey kap (tas) sözcüğünün başka dilde yazılmışımı? yazı güzel ama neden türkçe yazılmamış bunu bilmek gerek. herşeyi türkçe yazarsak hayatın sırrını çözeriz ve toplumsal bağlarımız sağlamlaşır. Aşkı tarif ederken bu ülkenin birbirine sevgi duyan insanlardan biraraya geldiğini unutmayalım ve hep şükredelim

  34. Aşkı yazmak başka birşey, yaşamak başka birşey bence.. Çok fazla marka kokuyor tüm yazılar, hep tabiri caizse kaliteli mekanlar, ortamlar vs vs.. Refikler, Lucca’lar, vadiler 🙂 Aşk buraların neresine sığıyor da yaşıyor, can buluyor bilemedim.. Ya da artık aşkın sureti değişti, ben tanıyamıyorum.. Şeytan Marka Giyer durumu gibi 🙂 Aşk, sevgi vs.. tabii ki evrensel, bir dile mahkum değiller. Amaa bu kadar özenti yaşamayalım aşkımızı, özlemimizi, sevdamızı akla ne geliyorsa artık..

  35. Merhaba ben reklam sektöründe çalışıyorum. İtiraf edeyim ki yazılraınızın içinden bir kısım cümleyi çalarak projelerimize sundum, çarpıcı geldi insanlara. Çok teşekkürler bizi zenginlediğniz için.

  36. Sayın Kudra’nın eleştiri yapması tabii güzel ama keşke dünyayla olan sıkıntı ve kavgasının yükünü haksız yere sizin yazılarınıza yüklemeseydi. Onun yerinde olsam bi daha okumam, bu yorumları da yazmam. Bu seçeneği de düşünür mü acaba?

  37. Sn. Seçil SÖKMEN, sizi Nü Pera’da görmüşler dün akşam. Doğru mu? aaaaaa bu da marka kokuyooooooo, yazmicaaaaamm. he he he 🙂 Şeytan Marka Giyermiş ya, Seçil SÖKMEN de öyle. offfff çok marka kokuyosun be sayın yazaaaar… Vadide oturuyosuuuuunn, sevgilin sahilde yalıya yakın bi evdeeeeee, erkekleriniz de markaaaa… Tatile Londra ve Paris’e gidiyosuuuun (niye Mekke’ye gitmiyosuuuun) Lucca’ya gidiyosuuuun, Cihangir’de geziyosuuuun, ay bi de marka bi sitede yazı yazıyosuuuun.
    Çok neşeli ve pozitif bi kadınsın, niye acıların kadını olup sürünmüyosuuuuun sayın Sökmeeeen?

    Git işine Kudraaaaa….

  38. Merhaba resmin ve yazın çok güzel çok duygusal olmuş.

  39. Refik akşamlarını çok özledim. Sn. Seçil SÖKMEN kalabalıktan ve gürültüden hoşlanmaz ya, o nedenle artık gitmiyormuş oraya. Peki biz de senin gibi Asır’a gelir orada demleniriz. Yine bol bol güldürürsün bizi komik kadın. Asmalı Mescit’te müthiş bir yaya trafiği var, artık yürümek bile çok zor. Yazıdaki kadın ve adamı tanıyorum. İkisi de harika insanlardır, gördüğüm en edepli insanlardır ki edeple bir ilişkinin olumsuz taraflarını tolere edebilen, çirkefleşmeyen çok az insan kaldı. Sevgiler,

  40. İnsandır en yüce değerleri yaratan.
    Sevdayı sözgelimi,
    erdemi, özlemi, özveriyi,
    umudu, şefkati, düşü…
    Yaşamı tanıdıkça kendini tanımlayan… İnsandır…
    Ve fakat
    yakalar yakalamaz uygun bir an
    bulur bulmaz dengini
    durmaz
    tümünü
    haraç mezat pazarlar…
    Soylu mu soylu, huylu mu huylu;
    hırsız mı hırsız, arsız mı arsız!
    İnsandır…
    Tanrılar yaratacak denli esinli, tinsel, engin…
    Canı pahasına direnecek denli gözüpek,
    atılgan, seçkin…
    Ve fakat
    kendi büyüsüne sığınacak denli bitkin,
    güvensiz, sefil…
    Sefasını sefaletten sağacak denli rezil…
    Özlü mü özlü, sözlü mü sözlü;
    bezgin mi bezgin, azgın mı azgın!

    İnsandır…
    Diş diş dudaklarında
    özgürlüğün tutkusu kıvılcımlanır,
    çığlığı gecenin ışıltısı olur şarkılarında.
    Çağıran acılarsa eğer
    koşar
    üleşir her şeyini…
    Ve fakat
    ışıltının karşısında kuduran da odur…
    Bilgine değil, haine tapan;
    kendi türünü yok etmenin ustası;
    doydukça bölüşmeyi unutan…
    Masum mu masum, mazlum mu mazlum;
    Katil mi katil, zalim mi zalim!

    İnsandır…
    Bir o’dur ölümlü doğuşunun bilgisiyle yaşayan…
    Vurgunu olduğu göğe süssüz,
    sürgünü olduğu cana güçsüz,
    çılgını olduğu tene öksüz…
    Narince açan… Soldukça üzgün…
    Sevincini bile gözyaşıyla yoğuran…
    bir yanı hep anılara sarmaşık…
    Gönül boyu yaralı… Ömür boyu âşık…
    Bağrında özlem, sırtında hançer
    dağları delip, ağzında ışıkla gelebilir…
    Coşkun, düşlü, dövüşken…
    Ve fakat
    çıkar için ufkunu yakan
    dostunu satan da odur…
    Doymak bilmezcesine çakalcana açgözlü;
    uygarlığınca acımasız, evcilliğince vahşi…
    Korkak, kaypak, sürüngen…
    Ulaşsa
    denizler gibi yıldızlar da kirlenir ellerinde…
    Binlerce yılmış gibi ömrü, onlarca yıl susabilir;
    suskunluğu çatal çatal, yılanca zehirlidir…
    İçli mi içli, güçlü mü güçlü;
    suçlu mu suçlu, hınçlı mı hınçlı!

    İnsandır…
    Sonunda solacak,
    kurumuş bir yaprak gibi rüzgâra ilişerek
    geldiği toprağa dönecektir.
    Yücelerde soluduysa ömrünü
    baharda sazı kalır
    dallarda hızı kalır
    kuşlarda açar sesi
    dillerde sözü kalır…
    Irmağın kıvrım kıvrım suyunda
    köpürür, gümüşlenir…
    döndükçe gümüşlenir…
    Arının kekik tüten balıyla
    leylaklar kınalanmış bakışlar kutsar onu,
    köklere sürgünlere uğurlar…
    Ardı sıra
    ateşböcekleri uçuşur,
    su tutuşur…
    Dalgalar alkışlarıdır…

    Kimi ölür izi kalır,
    kimi ölür buzu kalır

    Nihat Behram

    SAYIN SÖKMEN LÜTFEN ÜSTÜNE ALINMASIN, ONUNLA İLGİSİ YOK..

  41. aşk var aldatır aşk var parlatır. kadının kalbi güzel ama erkeğinki siyah. bence kadın adamı bıraksın.

  42. sayın kudra başka sayfalarda gezinse de bizi meşgul etmese, çevre kirliliği yaratıyor. Sayın editör lütfen bu konuyu dikkate alın, yazıyla alakasız şiir olmayan şiir, yorumla alakası olmayan seviyesiz yorumlar yapan insanlar var. Belki de kasten zarar vermek için yapıyorlar. Bu yazarın bu sitede ne kadar yorum aldığına ve ne kadar beğenildiğini bir düşnüsün. İşine gelmiyorsa okumaz ve yorum da yazmaz ama artık iyice pyscho killer gibi taciz etmeye başladı. Yazara aşık bir sapık olduğundan şüpheleniyorum.

  43. Merhaba yazınızı tesadüfen okudum diğerlerini de okumayı düşünüyorum zaman bulduğumda. Filmden alıntılar yapılması da hoş olmuş.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu