Gündem

Tutsana Ellerimi….

Elinde bir paket bisküvi ve bankın üzerinde beklettiği bir paket sütü içiyordu. Üzerinde ince bir manto vardı, üşüdüğü o kadar belliydi ki, üşümeye alıştığı da… Saçları gençliğin verdiği tazelikle canlıydı. Elleri manikürlü değildi, sevdiğim kadın elleri, manikürsüz ve bakımlı.. Oldum olası sevemedim manikürlü elleri. Yaşanmışlıkları örttüğünü düşünürüm… Öne doğru kaykılmış vaziyette oturuyordu bankta, birşeyler düşünüyordu. Bez bir çantası vardı yanında, o da eskiydi…

Üşüme konusunda hayatla onun kadar tanışıklığı olmayan ben, usuldan yanına oturdum. Çocukluğumun Ankara’sını, Ankara’nın kuru ve baş edilemez soğuğundaki sıcağı düşündüm, değerli geldi birden. Hiçbir zaman o kadar eski paltom olmadığını da düşündüm. Yünlü külotlu çoraplarımı… Burnu eskiyen çoraplarımı diktiğim günler…

Nerede okuduğunu sordum… Okulunu gösterdi… Paris’in Sorbonne’unda, sanat tarihi okuyordu… Türk mahallesi olarak da bilinen St. Denis’de bir kaç arkadaş kalıyorlardı. “Üşüyor musun?” soruma,durumdan memnun şekilde “evet” dedi…

Yolculuğunu anlattı… Son yıllarından, hayallerinden bahsetti. Daha geriye gitmek istemedi. Benim daha çok merak ettiğim rahatının yerinde olup olmadığıydı, mutlu muydu? Mutlu olup olmadığını tek kelimeyle anlatmadı, muhtemelen bu soru sorulmamıştı daha önce… Gavuristanda bizdeki kadar soru sorulmuyordu belki de insanlara.. Türkiye’den geldiğimi öğrendiğinde birden Türkçe konuşmaya başladı. Gülümsedim, Türkçe devam ettik sohbete… Hikayesini daha da derinleştirdi… Notre Dame Kilisesi’nin arka çaprazında, Seine Nehri’ne bakan Cafe de Flore Barthelleon’da devam ettik sohbete. Kimsesi yoktu dünyada ona göre… Kimse dediysem kan bağı durumu… Onun gibi düşünmek bazen iyi bile olabilirdi…

Evet… Adı Firdevs’ti, ya da Fransızca haliyle Ferdez. Çoğumuz gibi seyirci değildi bu hayata… Ne istediğini bilmeden, kendisine ait olmayan kararların uygulayıcısı olarak yaşamayı tercih etmemişti. Hepimizde bu güç vardı, Firdevs’in farkı bu gücün kendisinde olduğunu keşfetmiş olmasıydı. Hikayesini dinlerken değil ama, bunu düşündükçe burnumun direği sızladı. Bir yanı genel insan ilişkilerine ters açı yapmış olsa da, seçilen değil seçen olması iyiydi, meziyetti.

Son zamanlarda gördüğüm en duru güzelliğe sahipti… Esmer, uzun boylu ve kocaman zeytin gözleri vardı Firdevs’in. Güldüğünde bembeyaz ve düzgün dişleri “hayat ne güzel” dedirtecek cinstendi.

Genelin aksine hayattan kaçmamıştı Firdevs, . Sadece köyünden kaçmıştı 18’ine gelmeden.. Anne ve babasını özlemiyordu, samimiyeti sükunetinden belliydi. En önce yapması gereken şeyi, kendini tercih etmeyi seçmişti ki kendi yapamasaydı kimse yapamazdı bunu onun için… Karar vermenin zor olduğu anlar vardır ya, bir adım atsan hayatın değişir… Düşündüm… Firdevs kaç adım atmıştı acaba köyün dışına, hayatın içine?

Göremediğimiz gerçekler, uyuşturulmuş insanlar… Anne babalar kızlarını başlık parası denen üç kuruşa satıyorlar… Bunu da toplum vicdanında yer bulacak şekle getiriyorlar, yani meşrulaştırıyorlar.. Adı gelenek… Yedirme, içirme, giydirme parası karşılığı… Yoksulluk var ama yok. Eşitsizlik var ama yok, savaş var ama yok, baskı var ama yok. Ve bütün bunların var olduğunu söyleyecek insanlar var ama hepsi hapishanede! Firdevs Paris’te!

Elleri üşüyordu, paltosu eskiydi ama çoğumuzdan iyi durumdaydı… Dik duruyordu hayata karşı, ödemesi gereken bedelleri yalnızlığıyla ödüyordu bir yandan… Bir yandan çoğalıyordu…

Bir kahve içti benimle… Bir çikolatalı kruvasanı paylaştık… “Bilir misin” dedim, “bu kafeyi çok severim, neden bilmiyorum ama severim” dedim.. Yüzüne Tanrı’nın yüzüne bakar gibi hayranlıkla baktığımı farkettim. Lekesiz ve kusursuz geldi, kıyamadım birden.

“Burası güzel yapar” dedi.. “Truffe’ları da meşhurdur, hepsi burada üretiliyor, burada arkadaşım çalışmıştı” dedi…

Dinlere kızdım, geleneklere, kitaplara kızdım, kılıçlara kızdım Firdevs’le konuşurken. Çok gürültü yaptığımızı farkettim bu dünyada, bazılarımızın hacminin gereksiz olduğunu. Firdevs’in ailesini düşündüm. Kimbilir kimdi, evlendirecekleri amcasının oğlu kimbilir kiminle evlenip kaç çocuk yapmıştı ışığa uzak töreye yakın yolunda. Tanrı’nın hepimize, hepimiz aracılığıyla kendisi olduğumuzu, kendisinin küçük parçacıkları olduğumuzu söylediğini duyamayacak kadar gürültü yapıyorlar. Gürültüde olmayan sesleri duyuyorlar göklerden. Göklerden gelen sesleri, kendi seslerini yanlış duyuyorlar. Tanrıdan geldiğini sandıkları seslerle birbirlerini uyuşturuyorlar..

Düşünüyorum, iki hayat verseler bize işler ne kolay olacaktı. Ben Firdevs’le kalsam, bir yanım çalışma üzere, vadideki evde yaşlanmak üzere İstanbul’a dönse… Var olmak bu kadar dayanılmaz ağır olmayacaktı, onu bırakıp dönmek de… Birini emniyet içinde, işimizle gücümüzle geçirecektik belki. Diğerini bir cafede, bir nehir kıyısında ya da karşıdan karşıya geçerken görüp de vurulduğun bir yabancının gözlerinde, bazen bir üniversite bahçesinde hayata bırakacaktık. Yıldızlara bakarak bulsaydık yolumuzu.. Gökyüzü söyleseydi hep ne yapacağımızı hiç geri dönmeyebilirdik. O zaman ne yapacağımıza karar vermek zorunda kalmayabilirdik. Diğer hayatımız ise töreye kurban gitseydi, memur olsaydı, yap denileni yapsaydı. Vayyy beee derdik…

Sonuna kadar savrulmak üzere, yaprak yaprak rüzgâra verirdik ikincisini. Şimdi, elimizdeki tek bir hayatla olmuyor bu iş. Çünkü “kalbinin götürdüğü yere gitmelerin” bir de dönmeleri oluyor… Hikaye yazmadan, hikaye dinleyerek kös kös geri dönmek..

Sadece seçtiklerimizin toplamı değiliz biz. Sadece seçmediklerimizin toplamı da değiliz. Bana sorarsanız, yıldızların bizim için ayarladığı şeyler de oluyor ara sıra. Tesadüflerin toplanıp bizim için kararlaştırdığı şeyler. Yoksa tanrılar bütün bu bin yıllar boyunca neyle eğleniyor olabilirler ki? Firdevs’le benim o anda aynı yerde bulunmamız ve aynı banka oturuyor olmamız yıldızların fısıldadığı birşey bence…

Ne geceleri rakı masalarında anlatılacak kadar komik gündüzleri anlattığımız gibi sadece korkunç cümlelerle anlatılabilirdi Firdevs.. Zaten kendi olduğu gibi anlattı o yılları.. Hikayesine yakışır bir konseptte… Bir bankta, bir paket süt ve bisküvi eşliğinde… Kopuk kopuk karelerle anlattığı hayatını, bir başkasına ait bir hikaye gibi anlattı, sahiplenmedi bir kısmına… Sahiplendiğinde canı acıyordu besbelli… Belki de kendi zamanını doldurdu yas Firdevs’in içinde, artık yaşamaya başladi, kimbilir?

Bunun adı aşk değil, bunun adı hayat…

Bu gece vadiden değil, Seine Nehri’ne bakan küçük çatı katı otel odamdan yazıyorum.. Hiç gitmek istemiyorum bu kez Paris’ten… Size yazarken bir yandan Hümeyra’dan “Tutsana Ellerimi” yi dinliyorum… Sözlerinin belki hikayeyle doğrudan bir bağlantısı yok ama, bu şehir, bu hikaye, bu sıcacık oda ve dışarıdaki soğuk bileşkesinde saatlerdir bu şarkıyı dinliyorum… Nedeni yok gibi.. Belki de var…

Ellerimi uzatıyorum
Sen bu karanlık bu gürültü içinde
Görmüyorsun
Bütün köşeleri tutmuşlar
Ortada meydanlar, gözler içinde
Sana anlatamıyorum
Bütün bu köşeler, bu karanlık, bu ıslak, bu gürültü

Tutsana ellerimi
Ellerimi görmüyor musun?
Tutsana ellerimi
Ellerimi görmüyor musun?

Evet, yeni yıldaki ilk hikayem, ilk gerçeğim Firdevs….

Hepinize mutlu ve sağlıklı bir yıl diliyorum….

 

Dikkati Çekenler

65 Yorum

  1. Valla yazısızlıktan dilimiz damağımız kurumuştu… Serinledik iyi oldu, iyi hikaye olmuş. Sadece internette değil dünyayı gezerken de size takılmak lazım 🙂 Size de mutlu yıllar.

  2. I can understand turkish very well but not speaking and writing. It’s impressive 🙂

  3. Paris’ten sevgiler. Kaldığınız oteli merak ettim, ben de gidip kalabilirim bir ara. Firdevs’e hayatta başarılar ki zaten olmuş bence.

  4. Çok şanslısınız demek istiyorum Paris’te yeni yıl geçirdiğiniz için ama cevabınız “şansla ilgisi yok, herkes kendi şansını kendi yaratır” olur bu yazıdan sonra.

  5. Hayat Gurmesi derler sizin gibilere. Bu kadar!

  6. Seçil Hanım hayata bakışımdan dolayı uzak durmayı tercih ettiğiniz şanssız insanlardan sayıyorum kendimi. Ben sizin kadar güzel bakamıyorum hayata ama güzel yazıları okumayı seviyorum.

  7. Seçil’cim bizi burada unuttun giderken 🙂

  8. Neuf Köprüsü üzerindeki geceyi anlatmamışsın ama. O da bi dahaki yazıya galiba. Valla bende çok beğendim (bir şişe şarap getirmemiş olsan dahi)

  9. L’antrecot de Paris, Cafe De Flore Saint Germain, La Suite, Gare Du Nord’daki Le Train Bleu, La Fouquet, Leon de Bruxelle, Buddha Bar, La place qui fumes, Les deux magouttes… liste uzayıp gider. Keyif kadınıdır, hayat gurmesidir, Paris’in de tadını iyi çıkarınlardandır. valla benim sayabildiğim bu kadar bu kadının gittiği yerlerden. Onu da fişlerden sayabiliyorum. Daha fiş bulursam ekliycem valla.

  10. Blue Elephant, Chez Catherine, Citrus Etoile, Au Refuge du Passe, Au Relais Des Buttes Chaumont, La brioche dore’e. Evet bütün bunların hepsi üç gün içinde ziyaret edildi. Buddha Bar ve Romeo’yu saymıyorum!!! Yok yaw şikayet değil, ayağına sağlık. İyi ki de gezmiş benim güzel arkadaşım.

  11. çok güzel olmuş, sorbonnun bahçesi, soğuk, manto, eller, kahve, firdevs hepsi film gibi hafızamda. Keşke daha çok yazsanız diyenlerdenim bende.

  12. Mucizeleri insanların yarattığına inanırım. Firdevs’in hikayesine böyle bakıyorum. Yazdığınız gibi hepimizin içinde o güç var ama nasıl kullanacağımız çocukken öğretilmeyince, olgun yaşa gelince de iş işten geçmiş oluyor, hiçbir şey olamıyoruz, bir baltaya sap olamıyoruz.

  13. ifadeleriniz çok güzel ve anlamlı, kalbinizin de öyle olduğunu düşünüyorum. Teşekkürler paylaştığınız için.

  14. Harika bir yazı olmuş canım, eline sağlık. Şubat’ta geliyorum. Sunset yemeğini kaçırdım, artık bi yemek ısmarlarsın bana. New York’tan sevgiler 🙂 🙂 🙂

  15. ben zaten sizi cok seviyorum. gorsem tanisam daha da cok severim onu da biliyorum. size de mutlu yillar. hersey gonlunuzce olsun. sicacik kalbinizle bizi yeni yilda da isitmaya devam edin.

  16. bende insan taniyorum ama sizin kadar guzel yorumlayamiyorum hayati. hikayeden cok etkilendim yazis tarzinizdan da. bu kadar akil ve buyuk bir kalple kesin yalnizsinizdir.

  17. ASLINDA SÖYLENECEK ÇOK SÖZ VAR. İYİ DERSLER ÇIKARILMALI. HERKES NE KADAR GÜZEL YAZDIĞINIZDAN BAHSETMİŞ AMA SİZİN ANLATMAK İSTEDİKLERİNİZ FARKLI ASLINDA. TÖRE MAĞDURU, ANNE BABA SEVGİSİNDEN MAHRUM, YALNIZ, İNSANLARA GÜVENİNİ KAYBETMİŞ, BELKİ DE KİMSEYE AİT OLAMAYACAK KADAR KORKMUŞ BİR KADIN VAR. BEN SİZİN BAKIŞINIZI VE DERİNLİĞİNİZİ ÇOK BEĞENDİM. KALEMİNİZE SAĞLIK.

  18. Baloncu lezzetinde bir yazı olmuş, tebrikler.

  19. Bazen iki hayat değil üç beş hayat gerekiyor galiba

  20. işte Seçil’imiz 🙂 Yeni yıl sana da güzellikler getirecek, bundan eminiz. Zaten herşey güzel gidiyor hayatında ama daha güzeli hep vardır. Herşey gönlünce olsun yüreği ve gözleri güzel kadın.

  21. Paris’te öğrenci olmak pahalı ve zordur. Arkadaşı en iyi ben anlıyorum. Hikayeyi kaleme aldığınız için teşekkürler. Paris’in soğuğunda çok üşümemişsinizdir inşallah. Ben çok intibiyotik tükettim o soğuklarda.

  22. Ülkemizde gençler çok fazla onların sorumluluğunu taşıyacak iyi bakanlara ihtiyacımız var yurtdışı illerde yabancı dil öğrenmek karyer açısından mutlu eder

  23. En sevdiğim şarkıyı dinlemişsiniz. Hümeyra’nın şarkı söylediğini yıllar sonra öğrendiğimde inanamadım hele de bu kadar güzel söylediğini. Harikasınız 🙂

  24. BU KÜRTLER BÖLÜNÜP AYRI DEVLET OLMAK İSTİYORLAR BU KAFAYLA NASIL OLACAK ONU DÜŞÜNMÜYORLAR.

  25. Her sabah bakıyordum dün sabah unutmuşum. Çok güzel bir yazı ve türlü türlü yorum gelmiş. GEÇ KALMIŞIMMM 🙁

  26. İstanbul da soğuk sayın yazar dönmediyseniz haberiniz olsun

  27. Herkese günaydın. Çok uzun zamandır yazmayı düşünüyordum fırsat bulup bir türlü yazamadım. Sn. Sökmen’in tavrıyla ilgili küçük bir eleştirim var. Kendisine yapılan bu kadar çok yoruma herhangi bir şekilde cevap vermeyi uygun görmüyor nedense. Ben daha farklı davranırdım. Ne olumlu ne de olumsuz yorumlar kendisini pek ilgilendirmiyor galiba, halinde öyle anlıyorum. Ben yazımı yazarım gerisi beni ilgilendirmiyor havası veriyor. Ben de dahil bir çok kişinin e-mailine de iyi yorumlar yaptığımızı düşünüyorum ama bir türlü cevap almak mümkün olmuyor. Bunu diğer yorumcularla paylaşmak istedim. İyi günler, hepinize mutlu seneler 🙂

  28. Merhaba, herkese ve Sn. Sökmen’e mutlu yıllar. İlçemizin bir yıla yakındır yayında olan gazetesine de mutlu yıllar dilerim, kimsenin aklına gelmemiş galiba. Yazılarınız iyice seyrekleşse de sizi okumak büyük keyif. Kendi adıma daha bol yazılı bir yıl diliyorum. Beşiktaş Postası’nı da ayrıca tebrik ederim. Kaliteli bir çizgide sürüyor yayını. Yine çok güzel olmuş yazınız, ben bana yaşattığı duygu ve canlandırdığım resimle ilgileniyorum. Diğer taraflarını diğer yorumcular yapsınlar. Elinize sağlık.

  29. Altuğ GÖZEN :Merhaba, herkese ve Sn. Sökmen’e mutlu yıllar. İlçemizin bir yıla yakındır yayında olan gazetesine de mutlu yıllar dilerim, kimsenin aklına gelmemiş galiba. Yazılarınız iyice seyrekleşse de sizi okumak büyük keyif. Kendi adıma daha bol yazılı bir yıl diliyorum. Beşiktaş Postası’nı da ayrıca tebrik ederim. Kaliteli bir çizgide sürüyor yayını. Yine çok güzel olmuş yazınız, ben bana yaşattığı duygu ve canlandırdığım resimle ilgileniyorum. Diğer taraflarını diğer yorumcular yapsınlar. Elinize sağlık.

    Altuğ gözen yorumcusuna katılıyorum. Beşiktaş postası’nda haberler aynı ve yavaş olsada beğenerek okuyorum.

  30. Seçil Hn. Siz Pantheon I – Sorbonne’dan bahsediyorsunuz. Gözümün önüne geldi her cadde ve her sokağı. Benim teşekkürüm bunun için.

  31. Sizde memur çocuğusunuz galiba çocukken çoraplarınızı dikmişsiniz. Ben erkek çocuğuydum ama bende yapardım aynısını.

  32. kaderinden kaçamamış kızları herkes yazıyor siz mucizeyi kendisi yaratan bir insan bir genç yazmışsınız. güzel olmuş

  33. Bunun adı aşk değil, bunun adı hayat… Bu cümleyle özetlemişsiniz herşeyi

  34. Vedat MATARACI :Herkese günaydın. Çok uzun zamandır yazmayı düşünüyordum fırsat bulup bir türlü yazamadım. Sn. Sökmen’in tavrıyla ilgili küçük bir eleştirim var. Kendisine yapılan bu kadar çok yoruma herhangi bir şekilde cevap vermeyi uygun görmüyor nedense. Ben daha farklı davranırdım. Ne olumlu ne de olumsuz yorumlar kendisini pek ilgilendirmiyor galiba, halinde öyle anlıyorum. Ben yazımı yazarım gerisi beni ilgilendirmiyor havası veriyor. Ben de dahil bir çok kişinin e-mailine de iyi yorumlar yaptığımızı düşünüyorum ama bir türlü cevap almak mümkün olmuyor. Bunu diğer yorumcularla paylaşmak istedim. İyi günler, hepinize mutlu seneler

    sandığınız gibi bir kadın değildir, sadece her eleştiriye cevap vermiyor. Türkiye’de eleştiri işi yanlış anlaşılıyor. Gerçekte insanlar eleştirildiğinde cevap vermezler, saygıyla dinlerler. Ama Türkiye’de yazı yazan ya da birşey üreten herkes eleştirildiği zaman tırnaklarını çıkarıp, savunarak yaptığı işi pazarlamaya çalışıyor ki Seçil Hanım’ın yapmadığı şey budur, size garip gelen de. Herkese, her farklılığa ve her farklı düşünceye “kaliteli” olması şartıyla saygı duyan bir kadındır. Kalitesi yoksa okumaz da selam da vermez. Böyle bir seçme hakkı da hepimizin var, bizlerin de buna saygı duyması gerekir. Ben onu tüm kalbimle seviyorum, sonuna kadar da inanıyorum.

  35. O kadar çok yorumcu var ki. “Acaba fazla olur muyum?” diye düşündüm bir ara. Demek ki okurlar bir hayliş fazla. Okutturuyor ve özlettiriyor yazılarını adeta.Yazmanın, yazabilmenin heyecanını aşılıyor Seçil hanım okurlarına… Tüm bu hikayeler birgün kitaplaştırılır ümidiyle…

  36. Gerçekten sevmez misin manikürlü elleri? Hep güzel ve etkileyici cümleler kurmak adına yazılanlar. O üşüyen bir sokak çocuğu olasydı, yine bu kadar anlam yükler miydin? Paris…. gibi yazılanların hepsi marka kokuyor. Dizilişi çok hoş sözcükerin ama bir yerde dağılıveriyor ve görüyorsun herşeyi.. yoksa çok keyfi.. yine de elinze, ruhunuza sağlık..

  37. kudra :Gerçekten sevmez misin manikürlü elleri? Hep güzel ve etkileyici cümleler kurmak adına yazılanlar. O üşüyen bir sokak çocuğu olasydı, yine bu kadar anlam yükler miydin? Paris…. gibi yazılanların hepsi marka kokuyor. Dizilişi çok hoş sözcükerin ama bir yerde dağılıveriyor ve görüyorsun herşeyi.. yoksa çok keyfi.. yine de elinze, ruhunuza sağlık..

    Türk insanının en büyük derdi kompleksi. Bu ülkede zengin olmak ayıp, Paris’e gidemezsin, ora ile ilgili hikaye yazamazsın, marka giyemezsin. Bu ne yaaaa, bu yazıdan anladıklarınız bumu gerçekten merak ediyorum. Bakın bazı yerler için isim kullanmanız şarttır. Paris’i paris yapan şeyler vardır, tabi sen Türkiye’den ona buna özenerek giden tiplerdensen bu dar bakış açınla eleştirirsin. Paris’in pazarlanan şeklinin dışında bir durumu vardır. Söyler misin nasıl betimlenecekti yazı. Dağılan yazı değil sizin zihniniz bana göre. Oradan cımbızla çeker gibi Paris’i ve cafe isimlerini çekince kafanızda birşey şekillenmez tabi. Niye zenginlikten bu kadar utanıyoruz ki. Ayrıca yazının içinde marka kokan hiçbirşey yok. Ne yani hikaye orada denk gelmiş orda yazılmış başka yazılarınıda okursanız yazarın haksız olduğunuzu görürsünüz. Kusura bakmayanı ama sizinkide yazmış olmak için yazılmış bir yorum. Keşke daha seviyeli ve entellektüel bir yorum yazabilseydiniz komplekslerinizin altında ezilmeden. Bu haksız ve seviyesiz bir eleştiri, kusura bakmayın yazmak zorunda kaldım. Kıskançlık ve ince hakaret kokuyor biraz da yoksulluk. Ben gidemedim senin ne işin var Paris’te durumu olmuş.

  38. kudra :Gerçekten sevmez misin manikürlü elleri? Hep güzel ve etkileyici cümleler kurmak adına yazılanlar. O üşüyen bir sokak çocuğu olasydı, yine bu kadar anlam yükler miydin? Paris…. gibi yazılanların hepsi marka kokuyor. Dizilişi çok hoş sözcükerin ama bir yerde dağılıveriyor ve görüyorsun herşeyi.. yoksa çok keyfi.. yine de elinze, ruhunuza sağlık..

    @kudra

    dağılınca gördüğünüz ne acaba? bu yazıyla sizin yorumunuzun bi alakası olmuşmu? bu ne kızgınlık bu ne hırs sayın kudra buram buram aşağılık duygusu kokuyor ve ne yazıkki sizden çok var toplumda. o üşüyen bir sokak çocuğunuda yazdı ama siz kaçırmışsınız. markadan ve içi boş yaşamdan uzak yazılar yazan bir yazardan bahsediyorsak siz burda fazla olmuşsunuz. Siz sayın kudra muhtemelen fakir edebiyatına bayılıp ağlayanlardansınız şehit hikayesi ve çocuk esirgeme kurumu hikayeleri dışında dünyadaki hiçbir hikaye ilgilendirmez sizi muhtemelen. dünyanın güzelliklerini görmek yerine. keşke düşüncelerinizi kendinize saklasaydınız. ben size elinize ve beyninize sağlık diyemeyeceğim. ikisininde ha varlığı ha yokluğu durumu mevcut.

  39. kudra adlı okuyucunun da yorumuna saygı duymak lazım ama ben aynı fikirde değilim. Belki kendisin kent kültüründen uzak olduğu için biraz da toplum olarak, özellikle son yıllarda ağa ve bitirim delikanlı hikayeleri çok gözde olduğundan içinde Paris, New York, Londra geçen tüm hikayeler itici gelecektir. işte toplum olarak geldiğimiz nokta, geriye gidişimizin açık resmi. Açıkçası yazıda marka olan pek birşey göremedim. Şunu hatırlatmakta fayda olabilir, bir şehir sahip olduğu, onu kent yapan emtialarıyla anılır. Yazar sizi Paris’te küçük bir yolculuğa çıkarmış hem de çok küçük bunda itici hiçbirşey göremiyorum. Bana göre çok fonksiyonlu bir yazı olmuş, bir yandan kenti gezerken bir yandan hem şehre hem de türkiyeye ait bir hikayeyi hem şiirsel hem de çok ince bir çizgide ironiyle anlatmış. Aslında çok kaliteli ve düşünerek yazılmış bir yazı iyi okuyunca. Yazar kent kültürüne yakın bir çizgide yaşıyor olabilir bunda irite edici bir taraf göremedim. Kudra bu yönden bakabilip tekrar okumayı tercih eder mi yazıyı bilemiyorum. Aşık Veysel’i anlatırken Sivas’tan bahsederken böyle düşünülmüyor nedense. Ya da Mevlana’yı anlatırken Konya’dan. PRoblem Paris değil, bizdeki şehirlerin ön plana çıkmayışı olabilir mi? Paris Paris’tir ve güzel bir şehirdir, reddedilen kısmı anlayamadım. Kudra’nın yorumu üzerine uzun bir cevap oldu ama bu konu üzerine çok fazla yorum yapmak yazara saygısızlık olacaktır, ne yazdığını anlamamak olacaktır. Ben de sayın brhncnr gibi yazarın yazılarını kitaplaştırmasını isterim uzun dönemde. Herkese çok güzel bir yıl dilerim. Dilerim herkes çok gezer ve gezdiği yerlerde buna benzer hikayeler dinleyecek gözlerle gezer, anlam katar seyahatlerine. Yoksa sadece Lafayette’te alışveriş yapmak için giden çok insanda var.

  40. soğuk altında yatak döşek yatarken yazınızı okudum keyifliydi. elinize sağlık.

  41. Bu yazarın yazıları epey yorum alıyor haliyle farklılıklar olabiliyor.

    öyle kabul etmek lazım galiba. İşin ilginç tarafı bir yorumcunun yazdığı gibi yazarın kaale almıyor olması yazılanları, onun yorumu yapana kızdığını hatta bu satırları okuduğunu bile sanmıyorum.

  42. sen pariste kal ben vadide yaşlanırım valla. o evi bana versen ne iyi olur, gitmeni dört gözle bekliyorum he he he 😉

  43. Benim yazarla ve yazdıklarıyla bir sorunum yok. Güzel yazmış. Belki sizin göremediğiniz birşeyleri görüyorumdur, belki de gördüğümü sanıyorumdur. Bu kadar agresiv olmayın. Sadece fikrimi söyledim. Hakaret etmedim, kötü söz söylemedim. Korumaya çalıştıklarınızı anlıyorum çünkü zor elde ediliyor. Nerde yaşadığımı, nasıl yaşadığımı bilmeden hüküm veren sizsiniz. İşte kentli olmak buna hak veriyor sanırım. Köylü edebiyatı, acıtasyon, kompleks, kıskançlık vs vs.. Farz et ki köylüyüm ya da New York’da yaşıyorum en lüks yerinde.. Köylü olana mı yakıştırıyorsunuz yazdıklarımı. Neyse gereksiz bir tartışma ve gerçekten yazara ayıp oluyor. Sadece sakin olun yeter bence..

  44. işkembeden atanlara cevap :

    kudra :Gerçekten sevmez misin manikürlü elleri? Hep güzel ve etkileyici cümleler kurmak adına yazılanlar. O üşüyen bir sokak çocuğu olasydı, yine bu kadar anlam yükler miydin? Paris…. gibi yazılanların hepsi marka kokuyor. Dizilişi çok hoş sözcükerin ama bir yerde dağılıveriyor ve görüyorsun herşeyi.. yoksa çok keyfi.. yine de elinze, ruhunuza sağlık..

    @kudra
    dağılınca gördüğünüz ne acaba? bu yazıyla sizin yorumunuzun bi alakası olmuşmu? bu ne kızgınlık bu ne hırs sayın kudra buram buram aşağılık duygusu kokuyor ve ne yazıkki sizden çok var toplumda. o üşüyen bir sokak çocuğunuda yazdı ama siz kaçırmışsınız. markadan ve içi boş yaşamdan uzak yazılar yazan bir yazardan bahsediyorsak siz burda fazla olmuşsunuz. Siz sayın kudra muhtemelen fakir edebiyatına bayılıp ağlayanlardansınız şehit hikayesi ve çocuk esirgeme kurumu hikayeleri dışında dünyadaki hiçbir hikaye ilgilendirmez sizi muhtemelen. dünyanın güzelliklerini görmek yerine. keşke düşüncelerinizi kendinize saklasaydınız. ben size elinize ve beyninize sağlık diyemeyeceğim. ikisininde ha varlığı ha yokluğu durumu mevcut.

  45. işkembeden atanlara cevap :

    kudra :Gerçekten sevmez misin manikürlü elleri? Hep güzel ve etkileyici cümleler kurmak adına yazılanlar. O üşüyen bir sokak çocuğu olasydı, yine bu kadar anlam yükler miydin? Paris…. gibi yazılanların hepsi marka kokuyor. Dizilişi çok hoş sözcükerin ama bir yerde dağılıveriyor ve görüyorsun herşeyi.. yoksa çok keyfi.. yine de elinze, ruhunuza sağlık..

    @kudra
    dağılınca gördüğünüz ne acaba? bu yazıyla sizin yorumunuzun bi alakası olmuşmu? bu ne kızgınlık bu ne hırs sayın kudra buram buram aşağılık duygusu kokuyor ve ne yazıkki sizden çok var toplumda. o üşüyen bir sokak çocuğunuda yazdı ama siz kaçırmışsınız. markadan ve içi boş yaşamdan uzak yazılar yazan bir yazardan bahsediyorsak siz burda fazla olmuşsunuz. Siz sayın kudra muhtemelen fakir edebiyatına bayılıp ağlayanlardansınız şehit hikayesi ve çocuk esirgeme kurumu hikayeleri dışında dünyadaki hiçbir hikaye ilgilendirmez sizi muhtemelen. dünyanın güzelliklerini görmek yerine. keşke düşüncelerinizi kendinize saklasaydınız. ben size elinize ve beyninize sağlık diyemeyeceğim. ikisininde ha varlığı ha yokluğu durumu mevcut.

    işkembeden atanlara cevap :

    kudra :Gerçekten sevmez misin manikürlü elleri? Hep güzel ve etkileyici cümleler kurmak adına yazılanlar. O üşüyen bir sokak çocuğu olasydı, yine bu kadar anlam yükler miydin? Paris…. gibi yazılanların hepsi marka kokuyor. Dizilişi çok hoş sözcükerin ama bir yerde dağılıveriyor ve görüyorsun herşeyi.. yoksa çok keyfi.. yine de elinze, ruhunuza sağlık..

    @kudra
    dağılınca gördüğünüz ne acaba? bu yazıyla sizin yorumunuzun bi alakası olmuşmu? bu ne kızgınlık bu ne hırs sayın kudra buram buram aşağılık duygusu kokuyor ve ne yazıkki sizden çok var toplumda. o üşüyen bir sokak çocuğunuda yazdı ama siz kaçırmışsınız. markadan ve içi boş yaşamdan uzak yazılar yazan bir yazardan bahsediyorsak siz burda fazla olmuşsunuz. Siz sayın kudra muhtemelen fakir edebiyatına bayılıp ağlayanlardansınız şehit hikayesi ve çocuk esirgeme kurumu hikayeleri dışında dünyadaki hiçbir hikaye ilgilendirmez sizi muhtemelen. dünyanın güzelliklerini görmek yerine. keşke düşüncelerinizi kendinize saklasaydınız. ben size elinize ve beyninize sağlık diyemeyeceğim. ikisininde ha varlığı ha yokluğu durumu mevcut.

  46. “fakir edebiyatına bayılıp ağlayanlardansınız şehit hikayesi ve çocuk esirgeme kurumu hikayeleri” gönderme yaptığınız konulara bir bakın isterseniz ve biraz daha düşünün.. ve sanırım haklısınız ben buraya fazlayım

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu