Gündem

Asmalımescit Rakı Zirvesi

Yine kış gelse… Sıcacık birbirimize sokulsak… Dostlar birbirini ısıtsa… Isınan yüreklerimiz üşüyenleri ısıtsa..

Yine kış gelse…
Refik bunu bilse, bizi çağırsa…
İsmet Baba da olurdu ama Can Yücel’siz tadı yokmuş, öyle dedi genç adam.

Masaya peynir, kavun ve biraz İstanbul konsa…
En sevmeyen bile hükmen mağlup olsa….
Mevsimine göre uğurlu yemekler sıralansa…
dalından yeni kopmuş lüfer – çipura, tarama….
herkes uğurlu bir sayı söylese…
tek, duble, otuzbeş, yetmiş…
uğurlu şarkılar çalsa… nihavent, hicaz, rast…
planlı iş konuşmasak, herşeyi bilmesek, bildiğimizi unutsak, efkar dağıtsak, iddialı siyaset yapmasak, geyik muhabbeti olsa, memleket kurtarma, yarısına kadar okunmuş kitapları açsak gönül rahatlığıyla…
Bilinen hikayeleri başka başka halleriyle anlatsak…

Eski bir sevgilinin eskimemiş hayali gelip otursa karşı sandalyeye, bir kadeh de ona doldursak… Bütün kızgınlıklarımız acı ya da tatlı bir gülümsemeye dönse…
Dost meclisinde efkar dağıtsak…

Biri zevzeklik etse… “Biliyor musun, senin gibi orayı sık sık ziyaret eden bir arkadaşım sirozdan öldü” dese… Ah be kuzum, o şekilde ya da bu şekilde herkes ölür ama gerçekten herkes yaşamaz. Elbette rakı içmenin de bir bedeli var, yaşamak kolay iş değil ki. İçmenin de bedeli var, beraber içeceğin insanı seçmenin de…

Sözler başka şeyler söyler, insanlar başka başka yaşar, sözler farklıdır insan farklı…

Meyhanenin rakı gibi rakısı gelse masaya.. Kulüp Rakısı gelse… Genç adamın anlattığı hikayeyi hatırlasam…
“Rakının en rakısı Kulüp markalı olandır. Rakılar üçe ayrılır. Kulüp rakısı, ispirto türevi olanlar ve tatlı içimli olup, genleriyle oynanmış rakılar. Kulüp rakısı az bilinir, bilenler de genelde çok ince özel rakı bardakları ile içer. alkol oranı yüksek olduğu için derdi ve efkarı çabuk unutturur” dese…

Bir yumuşak tat, böyle sert çarpabilir mi insani? Bir rakı, yalnızken kalabalıklaştırır mı insanı? Bir adam dönüp her seferinde aynı kadını özler mi? ” diye hayretle ama bir o kadar cevabı içinde sorular sorsa….

“Kulüp rakısının etiketindeki içki masasında oturan iki arkadaşın Atatürk ve İnönü olduğu bilinir. Oysa gerçek şudur: İnönü’ye benzetilen Cumhuriyet döneminin ilk grafikerlerinden İhap Hulusi, Atatürk sanılan ise şair Fazıl Ahmet Aykaç’tır. İhap Hulusi hazırladığı etikete arkadaşıyla birlikte kendisini de çizmiştir” diye devam etse… Hatırlasam cümlelerini bir bir…

Rakıya dayanıksız, her yudumda ağzını gözünü buruşturup yamultan, rakının hem içinde hem yanında su bulunduran, her yudumun ardından süreklı yemek yiyen, 1 -2 kadehte kafayı bulan ve sık sık “vodka redbull veya şarap severim beeeen” diyenler olmasa… İçtiğimize ve geldiğimize, yanımızda getirdiğimize pişman olmasak…

Gözümüz dalsa boşluğa. O göz baktığı yerden sıkılmadıkça dalgın kalsa… Bunu özlerim. Ellerin durduğu yerde sıkılana kadar durmasını, aklın düşündüğü şeyi sonuna kadar, ferah ferah düşünmesini… Yetişecek hiçbir şeyimizin, hiçbir yerimizin olmamasını. Kimse bizden bir şey beklemesin, kimse bizden bir şey istemesin. Hiç performans göstermesek, karnımızı içimize bile çekmesek. Sonra günün en güzel saatleri gelse. Eflatun saatler… . Rakı eflatun olsun suya karışırken, biz tiril tiril olalım. Beyaz masa örtüleri eflatun olsa, yüzümüze vursa ışığı. En güzel, en insan halimizde olsak. Masadaki tüm kadınlar cilveli elbiseler giymiş olsunlar, alıcı bir göz farı, kırmızı rujlar sürmüş olsalar. Öyle ya, kadın dediğin bir tek sevgilsiine giyinmez ki…. Ümit Yaşar’ın, Nazım’ın, Orhan Veli’nin dizelerindeki kadınlar otursa masaya. Gözlerinin içi ışıl ışıl olsa kadınların, dudak ve gözlerinin hareleri rakı kokusuyla birleşip meyhanenin her köşesine yayılsa. Bunu özlerim ben. Düşünürken özlerim, masadayken özlerim…

İnceden bir Müzeyyen çalsa, inceden bir Zeki, inceden bir Münir Nurettin… İçimizden geçen şarkı çalsın ki, iyi geçecek saatlerin işaret olsun. Sonra binlerce kez tekrar ettiğimiz cümleler gelse sıradan… “Biz bu dünyaya çalışmak için mi geldik?”…

Sonra eflatun masaya bakıp “hayat ne güzelmiş, dostlar yanımda, arayanım da var soranım da çok şükür” desek… Kimse bombalardan, savaşlardan, açlıktan, borçlardan bahsetmese.. Gözlerimiz ışıl ışıl parlasa birbirinin ışığında… Efkarımız sıkılana kadar asılı kalsa havada.. Hava soğuk olsa, temiz koksa, bütün insanlar iyi olsa, birbirini üzmüş, unutmuş olmasalar, içimizdeki bütün mikropları kırsa içtiğimiz rakı… En eski dostlar, sevgililer hatırlansın, canlansın, silinmiş numaralar hafızanda belirmeye başlasa… Bende yanan ışıklar değişse, müzik Frangoulis’e dönse… Malaguena ya da Caruso dinlesem… Bakışlar değişse, göz bebeklerimize merhamet, özlem, yarım hevesler yerleşse, yumuşasa, masanın eflatununda, bütün rüyalarımızı yeniden görmeye başlasak… Ameliyatla aldıramadığımız en sevimsiz yanlarımızı boşalmış kadehlere doldursak… Sonra… ” Garson, boşları topla”…

Karşı masada oturan amcaya bakarken, birkaçımız babasıyla içtiği ilk rakıyı hatırlasa… Cemal Süreyya şiiri gelse aklıma.

Sizin hiç babanız öldü mü?

Benim bir kere öldü kör oldum

Yıkadılar aldılar götürdüler

Babamdan ummazdım bunu kör oldum

….

Kadınlar… Meyhanelerin en güzel mezesi gülen kadın sesleri… Sonra Ümit Yaşar yaklaşsa masaya.. “Ben güzel gözlü kadınları severim, bir de küçük ayaklıları, uzun boyluları… hem nasıl severim, öyle severim işte”… dese. Masadaki beyler kadehlerini en nazik halleriyle kaldırsalar, masanın güzelliği kadınları selamlarcasına…

“Rakı içmek günah mı?”yı düşünsem… değil… Rakı içmek günah değil ki… Asıl günah içtiğin dostları unutmak… Ve hatta bazen daha çok rakı içmek gerekir kendimizi bulmak için… Şu dünyada efkârdan kurtulmak kadar efkâra kavuşmak da kolay olmuyor. Rakı masası bazen ayrı yerlere düşmüş sizi size getirir. İnsanın kendinden ayrı düşmesi zor… Öyle durumlarda onu kendine geri çağıracak dostları olmalı insanın. Rakı içerken beraber ağladığı dostlara… Vicdanımızı ve kendimizi sevmeye çağıran dostlara… Tam bu sırada masadan biri kadehini kaldırsa, “dünyaya çalışmak için mi geldik arkadaşlar, yine derin mevzulara daldınız” diyerek uyandırsa.

O masada hiçbir ölünün arkasından konuşulmaz.. Gerçi ben merak ederim, ölülerin arkasından konuşulmayacağına dair konmuş genel kuralın gerekçesini… Ölümün bütün günahları yıkayabilen mertebesini… Öte yanında oturan aşk yorgunu abla dürter… “niye böyle oldu, aslında ben çok sevmiştim” dese… bir yudum daha içsek…

Sonra… Öyle ya da böyle birbirimize sinse kokularımız… En içmeyenimiz bile rakının insafında çözülse, güvense insanlar birbirine… Buram buram İstanbul’a karışsa gece vakti hem kokumuz, sesimiz, ismimiz… En acımasızın vicdanını bile önüne koyuverir herkes o masada… Sesler birbirine karışsa, sözler anlaşılmaz olsa… Kıymetli sayılan saatlere sığdırılmaya çalışılan cümlelerin telaşıyla devam etse masada sohbet.. Ta ki Refik’in yıllardır bizi doyurmaktan yorulmayan, tombalak garsonu gelinceye dek… Elinde muska börekleriyle göründüğü anda herkes sussa… İyi yürekleri doyurmak lazım. İyi yüreklilerin daha çok yaşaması lazım, lakin öyle değil hayat… Rakı sofrasına da herkes oturmuyor… Zalimler oturmuyor, bunu anladım… Çünkü zalimler hayattan alacakları intikamı, en yakın yerden, insandan ve dost sofrasından alıyorlar, bununla tahvil ediyorlar. Sen hayatını masadakilerin yaralarına adarsın, zalim ise yara almamaya yemin eder…

Bir yudum daha rakı içsek… İsmet İnönü ve Atatürk’ün fotoğrafının tam karşısındaki masada otursak, otururken geçmiş zaman Cumhuriyet hikâyeleri anlatan gencecik bir adam gelse aklıma, uzaklara gittiğini farketsem, içim burkulsa… İsmet Paşa’nın fotoğrafına bakarken dalsam.. Bugünü düşünsem, sonra aklıma başka bir fotoğraf karesi gelse.. Üzeri gazetelerle örtülü sevgili Hrant Dink’in, öldürüldüğü gün giydiği ayakkabının altının delik olduğunu hatırlasam… Korkularımı hatırlasam… en çok korkularımızı kaybetmekten korktuğumuzu…. Korkudan kurtulduğumuz anda yerinin boş kalmasını ve kafalarımızın karışmasını istemediğimizi…

Herkes rakının uzaklardaki, benim için meyhanenin öznesi hale gelmiş genç adamı düşündüğümü düşünse… Masadakilere söylediğim tek yalan sessizliğim olsa.. Dalıp gitsem, Hrant’ın son programındaki ses tonu kulaklarında çınlasa… Ne zaman konuşsalar ölüm çağıran hayalet siyasetçileri hatırlasam.. Yanımda sevdiklerim… Herkes biraz kederli… İsmet Paşa’ya sitem değil bu ama… Yine de… Sevdiğim şehrin en sevdiğim, en mahrem masasında otururken… Asker üniforması içerisindeki ihtişamlı İsmet Paşa’nın madalyalarını sayarken… kızsam…

Yoğun bakıma kaldırılmış bir general gelse aklıma… Masanın sevimli adamı, “sen geçmiş olsun demeyecek misin” dese… Demeyeceğim, hele biraz rakı içip efkâra gelince, hiççç… Bu toprağın her dilinde de hakkımı helal etmediğimi söylesem… Akmasına sebep olduğu kan kadar kanı aksın desem. Bu ülkede neler olup bittiğinden habersiz milyonlarca insanın demediği kadar…. Türkçe, Kürtçe, Ermenice, Lazca… Bir kaç cümle etsem ama… “Değmez be paşam… Ne dünya malına, ne devlet ikbaline… Ölümlü dünya… Lakin ölüm elinizden olduysa iş değişir paşam” desem.

Eh işte ne güzel güle oynaya başladık, sözü ölüme getirdik tadını kaçırdık yazının. Bu meret de böyle işte şişede durduğu gibi durmuyor, çözüveriyor dilin kemiğini… Artık sohbet nereye götürürse…

Sağlamasını yapsak hayatın… Sahi, insan hayatın sağlamasını neyle, kimle yapar? Başarılarıyla mı? “Sen çok yaşa!” diyenlerle mi? Kavga ettikleriyle mi? Eeeehhh… Artık düşünmekten vazgeçsem… Aldansam hayata…

Hava iyice soğusa… Refik bizi çağırsa… Yazdıklarımın hepsi gerçek olsa… Bu kadar şanslı olduğuma hayret etsem..

Portmantodan pardösü ve atkılarımızı almaya yeltenirken, son bir Edip Cansever ilişse masaya…

Yürürüm usuldan, girerim bir meyhaneye

İçerde üç beş kişi

Yalnızlık üç beş kişi

Bir kadeh rakı söylerim kendime

Bir kadeh rakı daha söylerim kendime

-Söyle be! ne zamandır burda bu gemi

-Denizin değil hüznün üstünde…

Hoşçakal Refik… Büyük Refik.. Küçük Refik..

 

59 Yorum

  1. Rakı içmeyi özledim. Keşke fırsat olsa da masanızda olma şansına sahip olsam.

  2. Haftaya sizinle böyle başlamak ne hoş! Sıcacık bir yazı olmuş. Teşekkürler, başka ne diyim?

  3. Edip Cansever’in çok sevdiğim, yıllardır dinlemediğim dizelerini, pazartesi pazartesi hatırlattınız. Hafta sonu yağışlı ve soğuk İstanbul’dan sonra bu hafta sonu bu yazıyı okuyanlar Asmalımescit’e Refik’e gidecekler, siz yer bulabilecek misiniz orası meçhul.

  4. Kesin gidicem Refik’e, sevgiliyle mi gidilir arkadaşla mı sayın yazar onu yazmamışsınız

  5. Seçil’cim senin rakının yanında şalgam suyu içer, eşsiz sohbetin ve sıcaklığınla hepimizin ağzını kulaklarına vardırırsın. Şalgamı unutmayalım ama… 1997 yılında hayatıma seninle girmişti bu meret hala da devam eder aynı şekilde.

  6. Rakı içmek bir adaptır, erkek olmak bir edeptir, kadın olmak güzelliktir.

  7. Refik Seçil’siz, Seçil de Refik’siz yapamaz 🙂

  8. Sevgili Seçil, biz de Türkiye’ye geldiğmizde seninle Refikte sohbet edip bir kaç kadeh içme imkanı bulmuştuk. Çok ama çok keyifliydi. Yakınlara gelsek de Seçil bizi yine Refik’ten başlayıp sabahın ilk ışıklarına kadar gezdirse, en son Bebek’teki değişmeyen kahvecisinde sabah kahvesini içirse ve uyumaya gitsek diye düşünüyoruz arasıra. İstanbul hanımı!

  9. ben de kahve içerken okudum yazınızı, rakı içiyormuş gibi oldum, kokusu buralara kadar geldi. Kaleminiz konuşmuş yine.

  10. Şimdi bu yazar hanım İstanbul’un tüm mekanlarını avucunun içi gibi bilir, ukalaların yanında hiç ses etmez, bilmiyomuş gibi yapar. Nerede ne yenir, ne içilir, konuşma adabını, giyim adabını, davranma şekillerinin bilumum hali kendisinde mevcuttur, o yüzden de zordur kendileri bir miktar. Herşeyi iştahla yer ve yedirtir, sohbetine doyum olmaz, masada çok komiktir kendileri.

  11. rakı, kavun, peynir üçlüsüne dördüncü aranıyorsa ben de varım. Uğur nerelerde yaw, kaçırmaz o böyle sofraları.

  12. benim dedem ve babaannemin rakı sofralarındaki keyiflerini ve özenlerini hatırlıyorum. Çok güzel bir yazı olmuş, zaten yazılarınızın hepsi çok güzel. Tek hata çok seyrek yazıyor olmanız 🙁 🙁

  13. Yine yazılarınızı okumak ne keyifli, bu sefer konu da bizi onikiden vuracak bir konu. Çok da güzel olmuş. Hımmmm refik’i merak ediyoruz ama. Bi de sizinle karşılaşır mıyız orada acaba?

  14. rakı güzel bir içki ama generallerin içmesi sakıncalı kurallarada aykırı bildiğim kadarıyla

  15. içinde yaşama çoşkusu taşısada nedense beni hüzünlendiren bir yazı olmuş,gülümserken gözlerim dolu dolu (yağmur yağarken güneşin çıkıp gökkuşağı olması gibi)oldu,o babasını rahmetle anan galata’lıyıda merak ettim kimmiş diye?
    en iyi yazılarından biri olmuş,eline ve kalemine sağlık

  16. bir beşiktaş sakini olarak sizi zevkle okuyorum, her gün yazmanızı istiyorum ama bulamıyorum, buda çok güzel bir yazı olmuş. Yorumlara bakıyorum da, herkes beğenmiş.

  17. Asmalımescit güzel ama çok kalabalık yürüyecek yol bile yok, Refik’te yer bulmak zaten hayal

  18. rakının içme şekli vardır, önce rakı sonra su, sonra buz konur. yanındaki peynir sert, yağlı koyun peyniri ve kavun çok soğuk olmayacak şekilde servis edilir. Sanıldığı gibi karpuz rakı mezesi değildir. Ben de katkıda bulunayım bari. Rakının yanındaki mezeler hönk diye bi kalemde yenmez, azar azar yenir en son kadeh de bir yudumluk olmalıdır.

  19. Yeşilköy’de de güzel yerler var ama hiçkimse yazmıyoooo 🙁

  20. Refik gerçektende meyhane gibi meyhanedir iyi seçim

  21. rakı iyidir, güzelliktir tabi içmesini bilene. geçmiş yazılarınızıda okudum, galiba bebek ve taksim ritüeliniz var. galatalı adamı merak ettim ama masadaki sohbetinizi daha çok.

  22. alıcaksın tekirdağını… oturacaksın balkonundan uçsuz bucaksız denize bakarken bir yandan da düneşin batışını izleyeceksiz… ne eksik? fondaki “müzeyyen senar” sesi… “benzemez kimse sana, tavrına hayran olayım…” la bi başlayacak muhabbet… laf lafı açacak 🙂 söz bitecek ama müzeyyen bitmeyecek… ahh ahh bi rakı olsa da içsek 🙂

  23. ben rakıyı soğuk ve sek olarak içmeyi seviyorum 😉 suyu yanında alıyorum ve içine buz katıyorum. sek rakıdan ilk yudumu alıp içtikten sonra nefesimi burnumdan verdiğimde rakının o eşsiz ve hoş kokusunu bir daha hissederim. rakıyı böyle içmeyi çok değer verdiğim bir büyüğümden öğrendim ve sadece onunla içtiğimde kullandığım iki tane sek rakı bardağı edindim. Elbette muhabbettir en güzel mezesi 🙂

  24. Neden oraya gittiğinizi anladım. Refik’in kendi sitesinden bir alıntı.

    “Refik’te her hangi bir aşırılığa rastlamak mümkün değil. Bu dekorasyonumuza da yansımıştır. Alabildiğine sade bir mekan. Eğer daha önce gelmediyseniz bir deneyin. Refik Babanın anıları eşliğinde, nefis meze ve yemekleri yiyip, içkinizi yudumlarken meyhanede olmanın keyfini çıkaracaksınız. Gelmeseniz bile önünden geçerseniz şöyle bir bakın; eğer sabahsa Refik Babayı kapı önünde fasülye ayıklarken, çalışanları neşeli bir hazırlık içinde göreceksiniz. Bu mekanımızın çekiciliğini açıklıyor sanırım.

    Gerçi her daim müdavimlerimize ve edebiyat, sinema, tiyatro, resim dünyasından tanıdık simalara rastlamak mümkündur.Zaten sanatçı, gazeteci ve edebiyatçılarımızın ilgisi duvarlara yansımıştır. Duvarlarımız da çeşitli köşeler oluşturulmuştur ; Cumhuriyet Köşesi: Bu köşede Atatürk ve İnönü’nün fotoğrafları ve çeşitli yazılar asılı”….

    🙂 🙂 🙂

  25. “ne yıldızlar yanar yokluğun kör karanlık inan değişmez yerin bende aynı” Güzellikler sizinle olsun içinden mavi geçen kadın.

  26. asmalımescitin 24 saat yaşayan bir yer olacağını söyleselerdi inanmazdım ama maalesef öyle yürüyecek yer yok.

  27. evekssss refik iyidir, tombalak garson da çok şirin

  28. İçkiyle hiç aram yoktur. İçmek aklıma bile gelmezken içesim geldi.

  29. kızarmış yeşil domates mi? bööörrgghhh! dostluk daha güzel.

  30. masanızdaki dostlukla ve muhabbetle iki büyük rakı içilir

  31. Ata’nın fotoğrafına bakarken kimbilir neler düşünür insan?

  32. Muhteşem bir yazı olmuş size ve bu yazıyı yazdıran masanızdaki arkadaşlarınıza teşekkürler. İnsan ne için yaşar? diye sorar ya bazen insanlar işte böyle şeyler için yaşar. ne güzel siz farketmişsiniz.

  33. dostlukla her yerde herşey güzel gider. içimizi ısıtan bir yazı olmuş, teşekkürler.

  34. hep böyle içimizi ısıtan güzel yazılar yazın biz de boğaza karşı kahve keyfinde okuyalım. dostlarınız ve böyle güzel masalarınız olması ne güzel. Fotoğrafınıza bakınca yaşınızın çok genç olduğu görülüyor ancak sevgi ve neşeniz yüzünüzden okunuyor. Hayatı iyi ve doğru anlamış, keyifli, kaliteli ve doğru yaşayan bir bakış açınız var. Ben de en çok bunu tebrik ederim.

  35. Yıllarca beşiktaşta balıkçılık yaptım başkadır rakı balık keyfi. soğukta esnaf arkadaşlarımızla içerdik sonra yaslandık kolesterol ve tansiyon yüzünden içemiyoruz. şimdi sizin gibi güzel içen genç ve keyifli evlatlarımızı okuyoruz bende tebrik ederim yavrum

  36. mahalleliniz olarak bizi de götürmenizi istiyoruz refik’e.

  37. her yazınızda birini merak ediyorum. GALATALI ADAM da yeni çıktı o da kim? Bi de not olarak rakı bardağı buzlukta soğutulursa daha iyi içimi olur

  38. yazar hanım hafta sonu geldi sizi görebilecek miyiz refikte ya en azından masanızı bi görseydik

  39. çok güzel bir yazı olmuş, bayıldım. rakı içmeye gideceğim en yakın zamanda.

  40. bütün yazılarınızı beğenerek okuyorum bir çok yazardan daha iyi yazıyorsunuz gözleriniz ışıl ışıl mutluluk dolu hep böyle kalın inşallah

  41. rakı buz ve su sırasını iyi bilmek gerekir

  42. Bu sitede tek bayan yazar sizsiniz sanırım ve epey okuyanınız var tebrik ederim yazılarınız da keyifli olmuş.

  43. yurekten tebrikler rakıyı cok seven bir insan icin muhtesem sohbet. yazınızı sabah okudum dun gecede biraz kacırmama ragmen caım rakı cektı. aksamı zor edicem heralde. refikte karsılasmak umuduyla.

  44. birçok insan bunu yapıyor ama çok azı sizin aldığınız keyfi alıyor bence. güzel yazıydı devamını bekliyoruz

  45. herkesle rakı içilmez. Siz de insanın çirkininden çabuk sıkılırsınız zaten.

  46. keşke biz de beşiktaşımızı sizin sevebileceğiniz bir yapsak. Dikilitaş ve darphane denilen ev mezarlığından kurtulabilsek

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu