Gündem

Paris… Je t’aime…

Bacaklarım biraz daha uzun olsaydı, belki de hiç resim yapamayacaktım” demiş…
Hayır ve şer bir arada denir ya, onun gibi birşey….

Henüz ölmeden önce Louvre müzesine giren ilk ve tek ressam olduğu da iddia edilir.

Mouline Rouge fahişelerini çizdiği eserlerine kendinizi kaptırıp, Paris’i onun çizdiği şekliyle yaşadığını sanabilirsiniz. Hatta o afişlerdeki fahişelerden biri olmak istemeniz doğaldır (zındık yazar), bir kadın, bir dişi gösterir size, keyiflendirir. Resimlerinde onun kim olduğunu, dünyaya nasıl baktığını, neyi özlediğini anlamak mümkün.

Touluse Lautrec’ten bahsediyorum.. Orijinal ismiyle Henri de Touluse Lautrec…

1Hafızanızda yer etmesi muhtemel Moulin Rouge afişlerinin yaratıcısı….
Klasik anlayıştaki resim yerine poster temeline dayalı resmi tercih eder ve bu tercihi onu çok genç yaşta başarıdan başarıya götürür…

Fransa’nın güneyindeki Albi kentinde, Hotel de Bosc’un bir odasında, Kont Alphonse de Toulouse-Lautrec ve eşi Adele’nin oğlu olarak dünyaya gelir.

Birkaç yıl sonra Henri’nin küçük kardeşi Richard doğar. Ama ne yazık ki çok uzun yaşamaz ve 1868 yılında, henüz bir yaşındayken ölür. Genç çift bu olayın ardından ayrılır. Henri için zor günlerin başlangıcıdır bu tarih. Artık mutlu bir aile yuvası çok uzağındadır.

Her ne kadar annesiyle kalsa da mürebbiyeler tarafından büyütülür. Kontes 1872 yılında sekiz yaşındaki Henri’yi de yanına alarak Paris’e taşınır.

Ekim ayında küçük Henri, Fontanes Lisesi’ne kayıt olur. Buradaki yılları güzel geçecektir. Resim merakı okul döneminde başlar. Kitaplarının üstü skeçler ve karikatürlerle doludur. İlk resim derslerini babasının da arkadaşı olan sağır dilsiz hayvan ressamı René Princeteau’dan (Prinzto) alır.

2Daha Paris’e geleli üç yıl olmuştur ki, Henri’nin bir kemik hastalığına sahip olduğu anlaşılır. Bedensel gelişimi neredeyse durmuştur. Kontesle birlikte Albi’ye dönerler. Pek çok doktorun fikirleri alınır ve Henri özel bir bakım altında yaşamaya başlar. Böylece okul yaşamı biter ve eğitimini özel derslerle sürdürür. Artık zamanının çoğunu kitap okuyarak ve resim yaparak geçirmektedir.

1878 yılında geçirdiği bir kaza sonucu sol bacağı kırılır. Henüz sol bacağı iyileşmemiştir ki, 1879 yılı ağustos ayında annesiyle birlikte Barèges’te yürürken tekrar düşer ve sağ bacağını da kırar. Uygulanan hiçbir tedavi işe yaramaz. Ancak bastonlar yardımıyla yürüyebilmektedir. Her iki bacağı da son derece ince ve kırılgandır. Henri artık sakattır.

Ya herşeye rağmen çizer ya da herşeye kahredip….

Henüz 15 yaşında olan genç delikanlının en hareketli geçmesi gereken çağı, fiziksel acılarla dolar. Bu zorlu dönemde amcasının da teşvikiyle resme daha fazla yönelir. Bedensel özrü nedeniyle içinde biriken enerji onu daha da üretken kılmaktadır. 1881 yılına gelindiğinde farklı tekniklerdeki çalışmalarının sayısı 2400’e ulaşır. Ressam olmaya karar vermiştir. Annesiyle konuşur ve Paris’e giderek Princeteau’nun stüdyosunda çalışmaya başlar.

Princeteau’nun stüdyosunda geçen bir yıl boyunca pek çok ressamla tanışır. 17 Nisan 1882’de Princeteau ve Henri Rachou’nun tavsiyesiyle ünlü sanatçı Léon Bonnat’ın atölyesine geçer. Léon Bonnat, Paris Akademisi’nin hoşgörüsüzlüğüyle tanınan öğretmenlerinden biridir. Eylül ayında Bonnat’ın stüdyosu kapandığında, Ferdon Cormon’un stüdyosuna devam etmeye başlar. Sınıf arkadaşları arasında Rachou, Albert Grenier, Charles Laval, François Gauzi ve Louis Anquetin gibi isimler vardır. Emile Bernard ve Vincent Van Gogh’la da burada tanışır. Van Gogh’la tanışması onun için bir dönüm noktası olur. izlenimciliğe bir tepki olarak doğan post-empresyonistlere katılır. Bu akım tüm geleneksel kuralları alt üst eder. Akımın temsilcileri, çalışmalarına sadece gördüklerini yansıtmak yerine kendi kişisel dünyalarını da katarlar. Sonraki tarihlerde Toulouse Lautrec de, Van Gogh gibi ressamlarla birlikte akımın en önemli temsilcileri arasında anılacaktır. 1884 yılında ilk karma sergisini açar.

Ardından ilk ilişkisi gelir. 17 yaşındaki Marie Charlet, aynı zamanda modelidir, ilişkileri çok uzun sürmez. İkinci ilişkisini yine modeli olan Suzanne Valadon’la yaşar. Valadon, 1888’de intihar edene kadar Lautrec’in sevgilisi olarak kalacaktır.3
Lautrec, Mouilin Rouge da dâhil olmak üzere Paris’in tüm ünlü pavyonlarının ve kabarelerinin düzenli müşterisidir. Çok fazla içer, gece hayatının kendisini yıpratmasına karşın alkol ve eğlence tutkusundan vazgeçmez.

Tüm bu mekânlar, kentin varoşları, dansçılar, fahişeler resimlerinin ana konusudur. Hatta dansçıların ve fahişelerin resimlerini yaptığı için sık sık muhafazakârların eleştirilerini alır. 1891 yılında ilk taş baskılarını ve kendisine ün getirecek ilk posterlerini üretir. Hareket özgürlüğü kısıtlanm küçük yaşlarda kısıtlanmış olan Toulouse Lautrec, resimlerinde en çok doğaya, insanlara ve kent yaşamının canlı yüzlerine yer vererek döneminin görsel günlüğünü tutar.

İlk kişisel sergisi 1893 yılında gelir. 1894–1897 yılları arasında Avrupa’yı dolaşır. Pek çok sergi açar. 1899 yılında sağlığı hızla bozulur, arkasından depresyon ve halüsinasyonlar baş gösterir. Bir sanatoryuma yatarak tedavi görmeye başlar. 1900 yılında yaşama olan bağlılığı giderek zayıflar, alkole olan düşkünlüğü doruk noktasına ulaşır. Alkol alışkanlığına bir de frengi eklenince 1901 yılında Paris’ten ayrılarak annesinin yanına döner. 9 Eylül günü henüz 36 yaşındayken aldığı çok fazla alkolün etkisiyle hayata gözlerini yumar.

Arkasında sayısız tablo, desen ve poster çalışması bırakır. Paris ve Moulin Rouge posterlerinin çoğu Touluse Lautrec’e aittir
O, 1800’ler Paris’inin entelektüel yaşamında derin izler bırakmış, o güne kadar ikinci sınıf olarak görülen afişin bir sanat eseri olarak değer kazanmasını sağlamıştı.

Lautrec’in hayatı dahil olduğu aristokrat sınıfın aksine, aristokratların zengin ve soğuk dünyasından çok kentin kenar mahallelerine, dışlanmışların arasına, asilzadeler tarafından hor görülen Paris’in eğlence mekânlarına doğru akar.

Yani asil bir aileden gelmesine rağmen toplumun bir kenara fırlattıklarından biriydi. Ama bu, kentin bohem yaşamında önemli bir yer edinmesine engel olmadı. Bir ressam olmaya karar verip Paris’e yerleştikten sonra Léon Bonnat’tan Ferdon Cormon’a, Emile Bernard’dan Vincent Van Gogh’a kadar pek çok ünlü ressamla tanışarak onların saygısını kazandı.

Onu ilk ünlü yapan, Paris’in dünyaca ünlü pavyonu Moulin Rouge için tasarladığı afişti. Afiş, o tarihte baskıyla çoğaltılabilen, kopyaları çıkarılabilen basit bir reklam aracı olarak görülüyordu.4

Toulouse Lautrec, fiziksel sıkıntıları olmasa, bir cerrah ya da sporcu olmayı tercih edeceğini söylemişti. Belki de onun bu dileğinin gerçekleşmediğine sevinmek gerek. Bedensel aczi tarafından kamçılanan olağanüstü yeteneği, modern grafik sanatının temellerini attı. Her geçen gün yeni bir acı ve sıkıntıyla beslenen bu adam, çevresinde dönüp duran kentli alt üst oluşu, sarsıcı bir estetikle yeniden ve yeniden üretti.

Fakat Toulouse Lautrec’in göz dolduran tasarımlarıyla afiş, ucuz bir baskı nesnesi olmaktan çıktı. Söz konusu olan sanatı olduğunda o, özgür bir ruh ve sınır tanımayan biriydi. Peki, neydi onu böylesine cesur işlere imza atmaya iten? Bu sorunun yanıtı belki acılarla dolu yaşamının ayrıntılarında gizliydi.. Bana sorarsanız sadece sanatçı oluşunda gizliydi, sanatçı doğmuştu, sanatçı bir ruhu vardı…. Görünüşü ve hareket kabiliyetindeki kısıtlılık yalnızca var olan sanatçı ruhun ortaya çıkmasına yardım etmişti.

Henri de Toulouse Lautrec, 1800’ler Paris’inin entelektüel yaşamında derin izler bırakmış, o güne kadar ikinci sınıf olarak görülen afişin bir sanat eseri olarak değer kazanmasını sağlamıştı. Modern grafik sanatının şimdiki konumuna erişmesindeki en büyük paylardan biri, hiç kuşkusuz Henri de Toulouse Lautrec’e ait. Moulin Rouge fahişelerini kimse onun kadar dişi ve sıradan resimlemedi…

O, 1800’ler Paris’inin entelektüel yaşamında derin izler bırakmış, o güne kadar ikinci sınıf olarak görülen afişin bir sanat eseri olarak değer kazanmasını sağlamıştı.5

Lautrec her şeyiyle bir kent insanıydı… Modern çağda oluşan, insanı dışlayan ve her şeyin pazara uyarlandığı bir kent ortamının marjinalidir o. Varlıklı olmasına karşın eksik bedeniyle itilmişlerin arasındaki yaşamı onun bilinçli seçimidir. Lautrec en sıkıntılı anlarında bile bu mekanlardan hiç kopmamıştır, varoluşunu da tükenişini de kent boheminde yaşamıştır hep — Gerçekten böyle midir? Yoksa tüm bu yazılanlar sanatçının ölümünden sonra ona yüklenen birer görev midir? Ya da toplumun her dönem için bir kült yaratma histerisi midir? Değilse nedir?
Büyük usta Federico Fellini de kendisi hakkında – Lautrec’in ölümünden yıllar sonra doğmasına rağmen – yorum yapmadan geçememiş…

“Güzelim dünyadan nefret eden bu soylu kişi; en güzel, en değerli çiçeklerin dahi terk edilmiş topraklar üzerinde ve çöpler arasında yetiştiğine inanıyordu. Bütün insanları seviyordu ama; derinlemesine yaralanmışları daha çok seviyordu. Kötü eğilimler arasında onun nefret ettiği şeyler; sinsilik, ikiyüzlülük ve yapmacık davranışlardı. Sadeydi, gerçeği yansıtıyordu. Çirkinliğine karşın benzersizdi.”

6Size içi öyle ya da böyle doldurulmuş 37 yıllık bir hayattan bahsettim…. Hastalıktan, sanattan, itilmişlikten, cesaretten, sıradışı tercihlerden…. Touluse Lautrec’le tanışma şansı bulamayacağız… Moulin Rouge’a gidip onu görme şansım olduğunu bilmek başka türlü mutlu ederdi…

Garip dediğimiz ve yolumuzun üzerinden kenara fırlattığımız insanların bir kısmı Touluse Lautrec’lerden biri olabilir mi? Sizlerle tanışmaları mutlaka bir sanat eseri aracılığıyla mı olmalı? Zira sanatçının yaptığı resim zaten kendi ruh halinin ve sıkıntılarının dışa vurumu… Bir anlamda sanatçının kendisi… Klişe yargılarla dinlediğimiz toplumun ayak seslerini, kendi kulağımızla dinlemek daha doğru olmaz mı? Yanınızdan geçip giden insanların bir kısmı yukarıdaki hikayeye benzer bir hikayenin kahramanı olabilir mi?

Sanatçının topluma örnek olmasının gerekmediğine verilebilecek iyi örneklerden biridir Touluse Lautrec’in yaşamı. Bu da bizi sanatın ne, sanatçının kim olduğunu doğru anlamaya bir adım daha yaklaştırır.

Yukarıdaki cümleyi yorumlarken bu ülkede kimlerin sanatçı olarak anıldığını; doğru bir anlamayla zihninizi o isimlerden arındırdıktan sonra, geriye kaç kişi kaldığını saymanızı öneririm…

 

Dikkati Çekenler

16 Yorum

  1. Sanat üzerine bir yazı bekliyordum sizden yine, yanılmadım. Toulouse Lautrec’i tanımıyordum bu yazınızı okuyuncaya kadar bugün gidip hemen bir kitap aldım. Henüz başlamadım ama bir solukta okuyacağımdan eminim. Bu ressamın hayatı çok dikkatimi çekti. Neden sadece picasso, salvador dali ve van gogh anılır ki? Touluse Lautrec ülkemizde çok bilinen bir ressam değildir nedense. Bu yazınız biraz olsun anlattı. Tabii sizin Paris ve Paris’teki aşkınızı da 🙂 :):) Emek sizden teşekkür bizden olsun güzel hanımefendi.

  2. Yüreğinize ve kaleminize sağlık… Köşede kalmış ve bilinmeyen daha kimleri çıkaracaksınız yolumuzun üzerine bakalım?

  3. Sevgili kızım, seni tanıdığımıza çok ama çok memnunuz. İyilik dolu kalbin ve güzel yüzünle çok uzun yıllar, her zaman attığın kahkahalarını atarak ve hakettiğin mutlulukla yaşa. Gila – Viktor Bahar

  4. Çok ciddi bir çalışma yapmışsınız sanırım. güzel olmuş, başka söze gerek yok bence.

  5. ahhh ahh paris ve mouling rouge, montremartre, sacre cour. bunu da en iyi senin gibi bir kadın yaşar ve anlatır… sen anın içinde yaşar ve su gibi anlatırsın. iyi ki de varsın 🙂

  6. mardinden yaziyorum yazilarinizi cok seviyorum. Bir arkadasimin tavsiyesiyle okumaya basladim sizi insallah devam eder

  7. sabah sabah yağmur yağarken angela dobeau’nun violin konçertosunu dinlerken böyle bir yazıyı okumak keyif verdi. touluse lautrec çağımıza en yakın empresyonistlerdendir ve eserleri bir tabuyu yıkmıştır bana göre.

  8. bu kadar sanat bizde yok dünyada yok yazı güzel ama sanatçısız bir toplum olmak bize yakışmaz bir çok sanat eserleri ortaya çıkarılmalı

  9. Seçil Hanımmmm, çok özledim sizi. Dönene kadar yazılarınızla idare edeyim bari ama geldiğimde yine Suada’da balık ve şarap ısmarlayacaksınız ona göre. Paris’ten sevgiler.

  10. linkinizi bir arkadaşım göndermişti iyikide göndermiş keyifle ve faydalı şeyler okuduk hem eşim hem de ben ama keşke biraz daha sık yazı yazsanız.

  11. yazılarınızı daha önce başka bir yerde okumuştum çok beğendim sanırım artık burada bir gazete kıvamında ortamda yazmaya başlamışsınız ama daha sık yazsanız beni sevindirir. ingilizce makaleleriniz vardı deneme mahiyetinde onları yayınlamayı düşünmüyormusunuz

  12. Yorumlara bakınca sizin için bir şey yazmaya gerek kalmıyor. Ben daha çok sanat ve sanatçı üzerine birkaç şey söylemek isterim. Sanatçı çağından önde giden ve zaman zaman yaşadığı zaman dilimiyle çelişen insandır. Bu nedenle aykırı gelir bizlere. Eserlerinde isyanının ve enerjisinin dışa vurumu vardır. Kendini ifade etmek çabası vardır.

  13. vallahi harika olmuş, çok dinlendirici çok keyifli. Aşiyandan denizi seyrederken sizi okumak pek keyifli doğrusu.

  14. bu yazınızı çok beğendim. Touluse Lautrec hikayesini de. Çok severdim kendilerini, yazı güzel anlatınca daha çok sevdim 🙂

  15. ben de bir kadın tanıyorum, elinde bir fincan kahveyle ulus vadisi’ndeki evinden bazen yağmuru izler, bazen koltuğunda unutulmaz bir film. Sonra da hikayeler yazıp insanın aklını başından alır. Bazen boğazda görülür, bazen Tünel’de, bazen de Galata’da bir meyhanede. Bu sitedeki fotoğrafına hiç benzemez oralarda gezerken. Saklanmak istercesine değiştirir kendini, sıradanlaşır. Başka türlü hikayelerin içine giremez çünkü. Adı Seçil, ismi gibi seçilmiştir. Yaşam ustasıdır kendileri ve pek komiktirler. Sevgiler, Tolga.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu