Gündem

İstiklal’de iki kadın

Ocak ayının son günlerinden birinde “hayatı anlamlandırma kursundan” çıktılar birlikte… Dersin sonuna doğru biri diğerine fısıltıyla ,”dersten sonra bişeyler içelim mi?” dedi.

Diğeri duraksamadan “evet ama başkası olmasın” dedi…

Bu gece kendimi sana anlatmaya ya da diğer deyişle senin beni anlamana ihtiyacım var demekti… Çıktılar…

İstiklal Caddesi’nde yürürken, biri diğerine yine “şapka alalım mı?” diye sordu.
Diğeri sözsüz onayladı bu fikri. … Atlas Pasajı’na girdiler. Uzun zamandır beğendiği şapkayı denedi kadınlardan fikri ortaya atan, ama istediği renk yoktu, kahverengisi kalmıştı; olsun, o da olurdu.Modeli o kadar hoşuna gitmişti ki bir başka rengin de kendine yakışacağını düşünerek aldı şapkayı. Zihninde çizdiği şekilleri gerçek dünyada elde etmeye çalışmaktan vazgeçeli çok olmuştu, kahverengisi de olurdu. Kahverengi daha mı fazla yakışmıştı ne?
Pasajın diğer yanında diğer kadın de şapkanın benzer bir modelinin başka bir rengini denedi. O akşam ortak bir kaderi paylaşmak isteyen iki kadın aynı model şapkayı almakla başladılar işe. Mutlu çıktılar pasajdan, kendilerini ellili yıllarda çevrilmiş siyah beyaz filmlerdeki geniş kenarlı şapka takan kadınlar gibi hissettiler.

Balık Pazarı’ndan aşağı Nevizade’ye doğru ilerleyen sokakta çocuklar gibi şımararak ve gülerek yürüdüler birlikte. Ne giydikleri kıyafete ne de abiye Fransız tarzı şapkalarına uygun bir mekan bulamadılar. Çaresiz çıkıp ikisinin de iyi bildiği şarap evine doğru ilerlerken hala çocuklar kadar mutluydular… Biri bir mum yaktı zihninde, diğeri yüreğini ısıttı kışın ayazında.

Çok zaman olmamıştı birbirlerini tanıyalı ama tanımak neydi ki zaten. İnsan olmanın, aynı cinsten olmanın tanışıklığıyla bağlanıveriler birbirlerine.

Yaşadıkları, gördükleri ve bildikleri herşeyi unutup iki saf çocuk oldular o gece.
Birbirlerini seçmemişlerdi, hayat onları bir araya getirmişti. Ayıpsız, günahsız, yalansız ve riyasız konuşurlardı. Rahat olmak ve birbirlerinin mutlu olduğunu bilmekti aralarındaki iletişimin temeli.

Elbette farklıydılar. Siyah şapkalı yüreğine dar gelen şablonlarından çıkmak isterken, kahverengi şapkalı o sancıyı yıllar önce geride bırakmanın keyfindeydi. Kahverengi şapkalı sıkılırdı kavramlardan, şablonlardan; insana insan demek sıkardı onu, namusa namus demek, zamanı saate sıkıştırmak, günleri takvimlere ve koca bir yaşamı küçük bir nüfus cüzdanına.
Kahverengi şapkalı ise ruhu dağlarda kendi evinde yaşayan bir kurt misali yaşardı. Ruhu evsiz, bedeni düzenli bir hayat içinde yaşar dururdu.

Şarap evine oturdular, bir şişe kırmızı şarap söylediler. Siyah şapkalı anlattı önce görüşmeyeli neler yaptığını… Burs kazanmıştı, Amerika’ya gidecekti, hayatı iyi bilirdi, sahip çıkması gereken şeyleri erkenden anlamıştı hayat içinde, o yüzden bırakıp gitmek zor geldi yüreğindeki tapuları.
Kadın olmanın tadına varan iki kadın, kadın olmanın keyfini anlattı birbirine, şarabın tadına vardılar. Kahverengi şapkalı olan uzaklardaki atasından bahsetti, siyah şapkalı ise açmak istediği yüreğinin provasını yaptı arkadaşının yanında. Kalbinin kanamasından korktu, onaylanmak istedi kanamayacağına dair. Kahverengi şapkalı avutmadı onu… Cesaretli olmak için sırtını birinin sıvazlamasının gereksizliğini anlattı. Uzaklara daldı kahverengi şapkalı, aklında silueti kalmış bir adamdan alıntı cümleleri tekrar etti. Severdi adamı, adamın da onu sevdiğini düşünürdü. Gözlerinden iki damla yaş aktı, siyah şapkalının yüreği kabardı, kalbi karıştı bir kap içinde arkadaşının özlemle karışık mutluluğuna.
Siyah şapkalı anlattı kendini, kah gözleri doldu, kah güldü…

O gece hayat güzel geldi, içtikleri şarap kadar güzel geldi. Kimse kötü değildi o gece, dünya yaşanmaz bir yer olmadı, hayat çekilmez bir yer olmadı, kadın ve erkeğin muhasebesini yapmadılar, geçmiş ilişkilerin anıları canlanmadı gözlerinde, ayda kaç para kazandıkları ya da sağlık sorunları konuşulmadı, ailelerinden kimse yoktu aralarında ve sözlerinde, çünkü birey olmanın tadına öyle varmışlardı ki, kariyerleri, ailelerinin en övünülür ve en alçak yanları ilgilendirmedi onları, yalnızca ikisi vardı bir de zamanın o anını gösteren adı herneyse o saati.Bir yuvarlağa sığdırılmış, akrep ve yelkovanın yönetimindeki zaman anlayışından kurtardılar kendilerini, saat çatalı bıçak geçebilir, şaraba beş var, ya da Arnavut ciğerini çeyrek geçiyor olabilirdi, ruhlarını özgür bıraktılar dilleri çözülürken.
Onlar seçmemişti birbirini, aramamıştı da. Kahverengi şapkalı aramayı sevmezdi, karşısına çıkanlarda bir tılsım bir anlam olduğuna inanırdı. Metin başlıklarını değil satır aralarına saklanmış tılsımları bulmayı severdi. Siyah şapkalı da ona benzerdi kanınca.
Birbirlerini es geçmediler, kırmızı ışık yeşile döndüğünde; karşıdan karşıya geçerken bir omuz darbesiyle birbirlerini durdurup arkadaş oluverdiler.
Kahverengi şapkalı bir hikaye anlattı, diğeri ona üzüldü…
Siyah şapkalı yüreğini açtı, kahverengi şapkalı kendini hatırladı…

Ararken ve hala aradığı tılsımı bulamamışken insanoğlu, akıp geçiyor zaman, bunun farkında olmayışımız hala bulamadığımızdan olabilir mi, hala arayış halinde olmaktan? Karşımıza zamansız çıkmış insanları yolumuzun dışına iterken, seçicilik adına kendimize fakir bir yaşam vaad ettiğimiz, bir gün deli gibi o insanları arayabileceğimiz aklımıza geliyor mu?

Karşımıza zamansız çıkmış insanları yolumuzun dışına sorgusuz sualsiz sürerken; üzerinde durduğumuz yuvarlağın bize her zaman cömert davranmayacağını, yaşamın sonsuz fırsatlardan oluşmadığının da farkında mıyız acaba?

Hayatın sonsuz fırsatlarla dolu, iki yanı yeşillikle dolu bir yol olmadığını düşündü kahverengi şapkalı; kendini hep ileride karşılaşacağı bir başkasına, bir başka arkadaşa, bir başka dosta, bir yenisine ertelemedi, cömert değildi şu yaşam denen şey; kendi terazisiyle sizinki aynı ölçekte tartmıyordu çoğu zaman duyguları ve kavramları, tanımı daha önce yapılmış çoğu şeyi yeniden anlamlandırma çabası da bundandı insanoğlunun belki. Zaman kendi kontrolü dışında geçip gidiyordu, düşündükçe farketti bilmem kaçıncı kez.

Soru sordu kendine şarabını yudumlarken, soruları daha önce bulunmuş cevaplarla birleştirdi, bulduğu cevap birden fazla sorunun cevabı oldu, biraz rahatladı belki.

Kahverengi şapkalı kendine sorduğu sorunun içine gizlenmiş cevabı buldu, gülümsedi kendi kendine.. Murathan Mungan’ın “Yalnız Opera”sını dinledi derinlerde sahibinin sesinden… Kadehinden bir yudum şarap içti, gülümsedi… Siyah şapkalının anlattıklarıyla devam etti gülümsemeye…

O gece aramadılar, zaman ve gece dolunay ışığında sabitlendi. Güzel anlar hiç geçmedi. Şarapevi’ndeki masada duran mezeler hiç bitmedi, şarap tükenmedi…
İki kadın sigaranın dumanıyla beslenirken, paketlerdeki sigaralar azalmadı. Gökten yıldız kaymadı, kimseyi hançerlemediler derinlerinde…
Bir gülüp bir ağladılar, arada bir burunlarını sildiler. Garson iki kadına baktı. Saniyelik farklarla anlattıkları şeylere bir gülen bir ağlayan iki kadının konuştuklarını merak etti… Kulakları kanayana kadar dinledi birbirini iki kadın. Öylesine bir gündü, hayat kadar sıradan, hava kadar gerekli bir gün….

Tavanları işlemeli ve yüksek bir Beyoğlu akşamı onların rengi miydi, yoksa onlar mı kalabalığın içindeki renk zerrecikleriydi, bunu da düşünmediler.
Karşılıklı hayatın güzelliğini düşündüler. Birbirlerine hayatın anlamını anlatmadılar. Orhan Veli’den bahsettiler az biraz. Dalga geçtiler hayatla, o günkü en büyük mutlulukları olan şapkalarını taktılar ve çıktılar tekrar yola.
Biri kahverengi biri siyah şapkalı… İstiklal’de İki kadın….
Şapka onları ayırdı kalabalıktan.
Maskesiz yüzlerini korudu tozdan ve soğuktan.
Uzun zamandır hissetmek istedikleri gibi hissettiler kendilerini…
Ansızın ve aniden….
Hissetmek istedikleri buydu….
Yavaş yavaş yürüdüler caddeden yukarıya. Yolda birbirlerine şımardılar, dalga geçtiler kendileriyle, şapkalı halleriyle… İkisi de bilirdi ki, o an, o an değerliydi, yakalarsan yakalardın.

Kimseyi umursamadan güldüler, çok güldüler o gece.
İkisi de “hayatı yaşadı ” o akşam.

Zaten… Hayat neydi ki?

Çoğu zaman buydu…

Dikkati Çekenler

5 Yorum

  1. Vawww…. Vaw… Sen kahverengi şapkalı kadınsın değil mi? Diğeri olamazsın mümkün olan kahverengi şapkalı olmandır. Eline sağlık Seçilcim.

  2. Asmalı Mescit sohbetlerinin tadında yazılar yazıyorsun bende keyifle okuyorum. Seninle Taksim – tünel – asmalı mescit her yer güzel çılgın sıcak ve samimi kadın. Ne güzel yazmışsın kafir!

  3. Harika muhteşem mükemmel. Siz kahverengi şapkalı kadın olmalısınız 🙂

  4. BENCEDE KAHVERENGİ ŞAPKALI KADINSINIZ İSTİKLAL ÇOK GÜZEL BİR CADDEDİR ŞANSLIYMIŞSINIZ

  5. Cok beyendim ne kadar guzel yazmissin. Yanindaki arkadas ben olmak isterdim dertlerinini dinlemek yaninda olmak gulmek ve huzunlenmek isterdim.COK GUZEL

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu