Gündem

Quel Qu’on Vous Aime (Biri Sizi Seviyor) ….

Yine aynı şey oldu, sıcacık yatakta uyurken birşey dürttü beni… Perdeyi kaldırıp dışarıya baktığımda aylardır beklediğim mevsimin geldiğini farkettim..

Sis, pus, nem, henüz egzos bulaşmamış bir hava ve kızıl mavi karışığı gökyüzü.. Gecenin sabaha çaldığı o anlar … yakıcı bir sessizlik…

Ölmek değil de, bir gün bunları yaşayamama, hissedememe korkusu oturuveriyor bazen içime. Yoksa hiçlik duygusu çoğu kez rahat olmak…

qqqq 1Apar topar uyanıp balkona çıktım. Kahveyi yudumlarken biraz Verdi dinlemeye karar verdim. Yanlışlıkla televizyon kumandasının tuşuna bastığımda, ekranda puslu, sisli bir Paris sabahında Juliet Binoche’u gördüm, saatin 05.40 olduğunu da o anda farkettim.
Bahsedeceğim film Leos Carax’ın filmi, Les Amants du Pont-Neuf… Türkçeye Köprü Üstü Aşıkları olarak çevrilen filmin doğru çevirisi Neuf (Nöf) Köprüsü Aşıkları…
Fransız Devrimi’nin 200. yıl kutlamaları için restore edilmeye başlanan Paris’in en eski köprüsü olan Pont-Neuf, sokağa düşmüş alkolik bir sirk cambazı olan genç Alex’e ev sahipliği yapmaktadır. Başarısız bir ilişkinin ardından çektiği üzüntünün giderek körleştirdiği güzel ressam Michèle sokaklarda Alex’le karşılaşır.
Michèle ve Alex, diğer bir evsiz olan Hans ile birlikte Pont-Neuf’te umarsız bir hayata başlar. Michèle’in görme duyusu giderek azalırken Alex’e olan bağı da artar. Alex de genç kıza fena halde tutulmuştur ve hastalığının tedavisi mümkün olduğu halde, bencilce de olsa kızın sokaktaki yaşamdan kopmasını istemez. Alex üçlemesi denilebilecek filmlerin son ayağı olan film aşkı en doğru haliyle, “şeylerin uygunluğu” olmadığını anlatıyor.. Juliet Binoche’un, Denis Lavant’la, Paris’in puslu havası ve manzarasıyla bütünleşen oyunculuğunu çok seveceğinizi düşünüyorum. Film yeni değil, 1991 yapımı. Leox Carax, “Les Amants du Pont-Neuf” ile farklı bir aşk hikayesini anlatırken, aşkın bencil taraflarını gözler önüne sermiştir. “Boy Meets Girl” ve “Mauvais Sang” olan Alex serisinin son kısmıdır.

Aşkın gözünün kör, ayağının topal olduğunu imgeleyen, arka sokaklarda, köprülerde, kumsallarda uyuyan; gün gelip ” gel bir şişeyiqqqq_2 bölüşelim” diyen; anavatanı olmayan göçebe hali bir film bu… şiir gibi film… tutunamayanların Paris sokaklarındaki serseri, fütursuz, ağzı bozuk, sado-mazoist ve tutkulu yalın hali…yalın halden yalana, sadakatsizliğe, şehvete ve şiddete dönüşen -i hali, -e hali, -de hali, -den hali… Bu tutku aşkın göçebe, argo, etik sınırları zorlayan, teni sıyırıp geçen en çıplak hali… kirli, arızaya meyyâl, her an patlamaya hazır, kıskanç ve ihtiras dolu bir tutku…

Alex, “beklemekle aşk acısı arasındaki ince çizgi” yi,qqqq 3 Michèle’i köprü üstünde beklerken geçmiş; Michèle’in gözlerinin açılmasıyla kendisine olan aşkının da biteceği korkusuyla etrafı ateşe verirken, kaybetme korkusunun nelere yol açabileceğini gözler önüne sermiş; sado-mazoist, hırçın, tehlikeli ve bir o kadar naif bir adam olabilmenin etkisini izleyicinin üstünde bırakan bir karakter. Michèle ise uyuşturucu olmadan uyuyamayan sevgilisiyle beraber uyurken ona uyutmayı öğrettiğini zanneden, duygusal fakat Alex’in aksine kendinden vazgeçemeyen, mantık ve aşk savaşında aşkı tercih edip nihayetinde karlı bir gece yarısı bir şişe şarap, Alex ve elinde bir karakalemle en çok istediği şeyi, onun portresini çizmeyi başaran bohem bir kadın…
qqqq 4Leos Carax’ın, serseriliği, sokakları, tutunabilmek ya da tutunamamak gibi kavramları nesneleştirerek anlatan ve içinde öylesine bir sahne barındırmayan filmin sizi de benim gibi ekran karşısında çakılı bırakacağını düşünüyorum. Fransız devrimi’nin 200. yıl dönümü kutlamaları sırasında havai fişek gösterilerinin altında, Michelle’in Seine Nehri’nde su kayağı yapışı, Alex’in metro afişlerini ateşe verirken, afişleri asan adamın yanışını seyredişi filmin unutulmazlarından.
Michèle’in gözlerini kaybetmeden önce görmeyi istediği son tablo Rembrandt’ın 1660 tarihli otoportresidir. Işığını kaybetmek üzere olan bir ressamın, ışığın üstadı ressama son bir bakışı olacaktır.

Köprü üstü..qqqq_5
bıçak sırtı..
ipin üstü..
hayatın dibi..

Köprüler geçip gitmek içindi hani? Bir aşk bir köprünün üstünü yurt edindiğinde ne yapar insan? geçip gidilemiyendir aşk… Sevmek, birinin kıymetini bilmek, onların ardından gitmekle (veya gitmemekle) öğrenilir. Aşkın vahşi hali en hafif haliyle sıyrıklar oluşturur, inceden çizer… Aşk ki hayret halidir, gelince anlarsın, “asla yapmam” dediğin herşeyi bir bir yapmaya başlarsın… iyi ya da kötü herşeyi yapmaya hazır olursun.

Sevmeye dair verilen sözler hayatla sınandıkça kıymetlenir. Hatta sözler bozulsa bile sevmek devam edebilir… Gerçi bu filmde qqqq 6verilen ve vazgeçilen sözler yok ama, cesur aşkın filmine tanık olmak biraz sinirlendirebilir insanı… Köprü üstü/ köprü altı çocuğu da olsa, pis, pasaklı, serseri de olsa seyredenler Alex gibi bir aşık isteyebilir…. Dediğim gibi; bu kadar “vayyyy beee” dedirtecek ve gitmediyseniz dahi hemen biletinizi alıp Paris’e yola koyulmak isteyeceğiniz film sinirinizi bozabilir, en çok da o sefilliği yaşama ihtimalini kendi adınıza düşünemiyorsanız yoksa uzaktan seyirci kalma durumu…

Eğer süregelen aşk tanımınızın içinde bunlar yoksa içinize kurt düşürür.. “Bu hayat mı ve benim mi gerçekten?” sorusu sırada bekler… sonra aptal aptal Galata köprüsünde gözlerimiz Denis Lavant ‘ı arar… Hatta arsızca, o kadın, Michèle de olmak da isteyebilirsiniz. Hayatınızı ters tarafa akıtacak kadar kuvvetli bir aşkı deli gibi özleyebilir, dünyevi kederlerle tesis ettiğiniz düzeninizi bozup, bir başka kaba akacak kadar teslim olmak isteyebilirsiniz…
Bir kalbin içine en çok ne kadarı sığdırılabilir cesaretin? Aşk mı cesareti doğurur, cesur olan mı aşık olur? Bir film ve bir hayat… B film olmak isteyebilirsiniz
Filmin içine girdikçe bu köprüde öpüşesi gelir insanın.. sonra da ağlayası… Seine nehri üzerinde başka köprüler de vardır ama Pont – Neuf başkadır. Her bir gerçek sevgiliyle gidesi gelir insanın.
Bir köprünün üstünden kaç hayat geçtiğini merak etmez o saatten sonra… bazen bir kavramı çözmek, koskoca okullar okumaya bedel olabilir…qqqq 7

Karlı bir gece yarısı yine başladıkları yere Neuf Köprüsü’ne dönen aşıklar, karın altında donmaya müsait bedenlerini şarapla ısıtırlar. sarhoş olurlar ve veda anında Michèle’in gideceğini öğrenen alex tutar kolundan atar köprüden aşağı kendisiyle beraber Michèle’i. Suyun altında çözülen bedenler… Donmuş duyuları da harekete geçiren nehir, son sahnede oldukça etkileyicidir. Alex Michèle’in gitmesini önlemek için onu tutup kolundan, köprüden atlayışıyla bir çözülme yaşarlar. Onları kurtaran küçük bir tekneyle herşeyi geride bırakıp amaçsızca Atlas Okyanusu’na gitmeye karar verirler.

Tıpkı “My Blueberry Nights” filminde olduğu gibi aşk sanılan duyguları sorgulamaya iten bir film. Terkedildiginde “unut” talimatını alan kişi öfkesinden ve kontrolsüz acısından dolayı uzlaşmaya değil inatlaşmayı tercih eder, salt o nedenle unutamadığını ispatlamak için herşeyi yapabilir. Haklı olduğunu kanıtlama çabası zavallı olduğu inancıyla birleşir. haklı oldugunu kanıtlama kaygısı duyan ve zavallı olduğuna inanan Alex gibi…

qqqq 8“Kimse bana unutmayı öğretemez” diyen Alex’in cümlesini bitirip silahı eline sıkması…. o elin aynı zamanda Michèle’in bir zamanlar tenine dokunan, onun ellerine değen el olması… tüyleri diken diken edecek tesiri olan sahnenin alt metninde asla unutmayacağı bir izi hiç kimsenin ona unutturmaya kalkmamasını kendi halinde silahı patlatarak söyler.
Aşk acısı yaşamış herkesi derinden etkileyecek film, konu aşk olduğunda, Paris’te bir köprüde yaşayan 2 evsizle bu kadar çok ortak nokta yakalamak da insan olmanın zenginliği.
En çok iz bırakan sahnelerine Denis Lavant ve Juliette Binoche’un köprüde havai fişekler arasında dans ettikleri ve takıntılı aşık Alex’in metrodaki ilan panolarını yakıp, afişi asan adam yanarken bile, aşkla iyilik arasında hiç bir ikilem yaşamamasını ekleyebiliriz.
Film bittikten sonra “belki de aşk değil, bencillik filmi” diyebilirsiniz. Çok incelikle anlatılmış, aşkla karıştırılmaması gereken bir bencillik… Evet, filmde aşıkları dünya gerçekleriyle buluşturan mesajlar vermeye çalışan, Micheal Gruber’in oynadığı Hans karakterinin söylediği “aşk yatak odasında yaşanır, rüzgarlı kaldırımlarda değil” cümlesi fazlasıyla acımasız.
Filmi süsleyen Guiseppe Verdi’nin eserlerinden de büyük keyif alacaksınız… Son sahne özellikle bir Sheakspeare uyarlaması gibi…. Karlı bir gece yarısı vuslat… ve bütün duyularınızı harekete geçiren bir final…
Saat 08:30 olmuş, evden çıkma vakti….
İyi seyirler…

 

59 Yorum

  1. aşkın, kimliğin, kişiliğin ve anlatılmak istenen herşeyin çok incelikli olarak işlendiği bir film.Yazınız için de tebrikler 🙂

  2. Türkçe film dublajları çok kötü. bu filmi dublajlı seyrettim çok kötüydü.

  3. Doğrusu şu olmalı:
    “Biri sana aşık oldu; bugün gökyüzü beyaz dersen, o da sana: ama bulutlar siyah diyecek” Alex’in not kağıdına yazıp Michelle’in uyurken çantasına bıraktığı not…
    Çok güzel filmdi, çok…

  4. yazınızdan sonra filmi izledim, harikaydı. tavsiye için teşekkürler.

  5. nefis bir filmdir. Film ve hayat kalitenizi beğendim 🙂

  6. kaleminiz çok kuvvetli…. ve yakıcı………..

  7. refik baba ölmüş, başınız sağolsun. severdiniz orayı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu