Gündem

Ceket

Önce ceketin giriyor gözlerimden içeriye… İyi dikilmiş bir ceket. Siyah, modaya uygun, hatta iyi bir modacı elinden çıktığı belli, farkı var diğerlerinden…. İyi ütülenmiş, iki yanında cepleri olan. Yakası, insana bakan yüzü ne kadar alafrangaysa, iki yanındaki cepleri o denli alaturka, ceplerin insanın ev hali gibi. Ellerini o ceplerde ısıtıyorsun. Yüzün ne kadar insana dönükse ellerinin kuruluğunu iki yanlardaki ceplerde saklayan. Çatlak çatlak onlar. Ruhunu ellerinden okuyorum. Saklıyorsun ya onları cebine, ruhunun çatlaklarını, kalbindeki cam kırıklarını avuçlarına alıp saklıyorsun o ceplerde. Ceketin dikişleri, kesimi, işçiliği ne kadar düzgünse ceplerin o kadar kullanılmış, genişlemiş, bütün yükünün emektarı, ruhunun kasası.

Ellerin… Çizen, yazan, dokunan ellerin. Gözünün gördüğünü, teninin dokunduğunu, kokladığını, düşündüğünü bütün dünyaya duyuran ellerin… Yürüdüğün yollarda yakana yapışan tozları silkelediğin. En çok korumak istediklerin…Bu yüzden ceplerin var senin. Hayatının sigortası ceplerin. Siyah ve gri ceplerin, biriktirdiğin her şeyi özenle sakladığın ya da kendini ısıtıp ısıtıp insanlığa sunduğun… Ceplerin ellerinin evi, yuvası.

Doğrusu ya, ben iç içe ilişkilerin destekçisi sayılmam. “Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez” tarzı ilişkileri biraz hastalıklı bulurum, zira yokluğuyla öldüren ilişkiler varlığıyla da süründürür insanı.

Kandırmışlar seni, ellerin o yüzden ceplerinde… Çıkarırsan elinden tutup kaçıracaklar sanıyorsun, tuzağa düşürülmekten korkuyorsun en çok. Düşünsene senle beni, eğer sen bu denli kandırılmış olmasaydın; ben bu amazon yalnızlığımı senin ısınmış ellerine bırakabilseydim astronot olurduk biz. Yeryüzü dediğin yer üç beş metrekare, son zamanlarda tadı tuzu yok zaten. Olsa ne olacak, hepi topu ilginç yedi harikası var, geri kalan hikayeler bizlere emanet. Biz de uzaya ve diğer galaksilerin şanına uygun hikayeler yazamadık kabul edelim ki. Düşünsene; sen beni diğerlerini alttan aldığın kadar alabilseydin, ellerimi senin cebinde ısıtmama izin verseydin, bütün ev ödevlerini harfiyen en temiz haliyle tamam edip, sonra da önüne köpüklü kahve getiren, okkalı bir tek taş pırlantayı kapabilmek için ölçülü gülümsemesiyle manikürlü ellerini senin bakışlarını bulunduğu noktaya denk düşüren kadınlara yaptığın yatırımı bana yapsaydın da, o berbat melodramların sonunda kendini bir tuzağa düşüyor gibi hissetmeseydin, ellerini saklamasaydın ceplerine. Ellerini susuzluktan kurutmasaydın, sokmasaydın ceketinin ceplerine, elele verir gezegenlerin üzerinde yürürdük, galaksiler gezer, uzay hikayeleri yazardık yaramaz çocuklar gibi… En eğlencelisinden…

“Ya sen?” dersen anlatayım: Ben ya da diğer şekliyle bazı kadınlar, yakalanamaz, durdurulamaz ve kimseye ait olamazlar. Senin de mülkiyet hakkını istememiştim zaten. Ben ve benim gibiler zaten kendilerine bile ait değildir de, o karmaşık bir mesele. Bize yalnızca yakın durulabilir, yakalanıp durdurursan, kendine ait kılarsan ölüveririz. Kuş kadınlar gibiyiz, Bizim gibi uçucu kadınlar, tepeden aşağıya inen bir bisiklet gibi, fren yaparsak düşeceklerini pekiyi bilirler. O yüzden belki de hayat boyu kendimizi en sevdiğimizden bile korumak zorundayız. Durdurup, öldürüverecek şeylere karşı dikkatli olmamız gerektiğini -her nasılsa biliriz. Ben seni ancak frensiz bir seyahate davet edebilirim, fren yaparsan artık ben senin tanıdığın kadın değilim, bozulmuş bir oyuncak gibi kıymetsizim kendi gözümde.

Kanatlarının altına rüzgârı aldığında uçabilen kuşlar gibi, rüzgârsız kaldığında bir lokma ete dönüşen bir kadınım ben… Adamlar, ekseriyetle, kadınları eğitilebilecek kuşlar sanırlar. Bilir misin? Eğiticiler, eve dönsünler, uzaklara uçmasın diye önce kuşların kanatlarını biraz kırarlar… Ama kimi kuşlar ve kadınlar, gökyüzü kadar uçmayacaklarsa ölüvermeyi tercih ederler…

Bizim gibi kadınlar hareketinin önüne geçilmeden, “yakın durarak” izlenmek, sevilmek mecburiyetindedirler. Bu bir seçim değildir, sevilen renklerini korumak için bunu yapmaları gerektiğini her nasılsa bilirler. Kolumuzdan tutulduğunda amansız bir illete yakalanacağımızı biliriz. Uçuşup, renklerimizi dağıtıp, çırpınıp hayat içinde, sonra sessizce gideceğiz. Durmak büyüyü bitirir, bunu bildiğimiz için bizi sevmiş olan adamlar onlara güvenmelidirler. Tepeden aşağı inen bir bisiklet gibi, fren yapmadan gitmeyi tez elden öğrenmelidirler. Fren yaparsa benim artık o kadın olmayacağımı … Kuş kadınlardan biriyim ben, uçamadığında kıymetsiz bir av etine dönüşeceğini iyi bilen.

Korkma n’olur, hoş kadınlarız biz… Ama hoş deyince anla ki kederli hikâyeleri olan ve keder üzerine şakalaşabilen kadınlar olduğumuzu söylüyorum, kendini matrağa alabilen. Belki biraz elimize yüzümüze de bakılır ama söylediğim o değil. Şöyle içkiler konulunca acaba ne anlatacak diye merak ettiğin kadınlardan söz ediyorum. Seni güldürebilen ve ağlatabilen kadınlardan.

Dikkati Çekenler

Geçmiş zamanla ilgili bir hikâyeye başlayıp tam en heyecanlı yerinde “o kadar da önemli değil’ deyip başka bir hikâyeye atlayabilen ya da eğilip masanın diğer tarafından, geçirdiği bir hastalığın adını ya da basbayağı edepsiz bir espriyi fısıldayıveren, sesli tarihe geçmesin diye bazen sessiz de konuşabilen kadınlar.

Onlardan biri masaya oturunca etrafınızı bir hava sarar. “Kadının havası var” dedikleri ondan. Etrafınızı bir hava sarar ve sadece sizin masada bir iklim kuşağı oluşur. Aşk değil, meşk değil; hayatın bir özütü varsa o sızar paçalarınızdan. Artık ölüm de gelse bu kadınların elinden, kuruyup kalsanız da gitmeyeceksiniz, gidemeyeceksiniz. Sen ellerini cebine sokup gitsen de, kendi kendine “o kadar da etkilenmedim, daha iyilerini gördüm” desen de bilirsin ki bu türlüsünü görmen çok azdır.

Bu kadın sizi mundar edecek belki; mühim değil. Çünkü en çok şu anda yaşıyorsunuz. Birazdan ne diyecek, mesele bu, sonrası kimin umurunda? Ses, sesleriniz, bir hokkabazın topu gibi havada hoplayıp masaya değmeden alçalıp yeniden havalanıp oynadıkça ikinizin ağızları arasında, tabakların üzerinde ve bardakların kenarında, bitmesin isteyeceksiniz; bu akış hiç kesilmesin. Hoş kadınlarız demem bundan…. Atmosfer mimarı kadınlardan söz ediyorum. Hala mı olmadı? Anlaman için ellerini ve gözlerini cebinden çıkarsan, bütün korkularından ve dünyevi kederlerinden kurtulup yanaşsan…

Daha farklısıyla diyorum ki sana: Bir kuşun kanadı gibi geçiyor dünya gözümden… Bazen bir kırıntı oynar gözlerimde ve senin yerin değişebilir evrende, fark edemezsin. Erken uyarı sistemim yok benim. Ne bırakırım, ne terk ederim havasını atamadım hayatımda, sadece gidebildim ayaklarımla… Gitmezsem ve tahammül edersem ışıklarım sönüyor çünkü. Tahammül etmeye başlarsam ölüyorum. Tahammül ettiğim ilişkilerde kurban gittiğim cinayetlerden biliyorum. Hep aynı yerden kırılsa kalp mühim değil; ama benimki çalışmadığı yerden kırılıyor.

Baştan biliyorum bunu ve bu yüzden, bir kaplan ve bir yanık pervane, bir kısrak ve bir tedirgin sincap gibi ve en çok bir insan gibi kaçıp kaçıp gidiyorum Ve ne yazık sen bu hikâyeleri hiç bilmiyorsun. Daha çok mu korkardın acaba? Yoksa eteklerime daha mı çok yapışırdın? Belki böylesi daha iyi. Belki de hep bilmen gereken kadarını biliyorsun. Kim bilir? Belki de ancak kadınların bir kısmını görünce katlanabiliyor, ancak bu şekilde ödün patlamadan yaşayabiliyorsun.

Ellerin cebinde, başın dik boğaz kıyısında dolaşıyorsun hayalimde… Tüm vücudunu korumaya almış. Siyah bir kazak ve ceket, eller cepte. Hani ıslık çalsan anlayabilirim ellerinin cepte olmasını. Keyiftendir diyebilirim gözleri keyifte, ellerini koyacak yer bulamıyor neş’eden. Hayat çok acaip bir şey. Hiç ummadığın bir yerde karşına biri çıkıyor. Aklın ve ruhun arasında söze dökülmemiş bir anlaşma yapılıyor ve kabul ediyorsun kendine, toplamda kim olduğunu sormadan. Tuhaf olan kısmı bunların birden ve içinde hiç söz olmadan olması. İsim koymadan, sıfatla nitelemeden, nicelik kazandırmadan… Adına ne deniyorsa… Kokusunu ve kapıdan girişini hep aynı heyecanla istediğin bir şey. Bazen yıllarca beklediğin bir şey…

Lakin anladım ki parmak aralarına geçireceğin parmakları bulamadığında da insan cebini ellerine saklıyor. Arada bunu da düşün…

Ceplerin… Yalnızlığının alamet-i farikası…

[adrotate banner=”199″]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu