HaberSpor Haberleri

Futbolda ‘evlat’lık müessesesi

Teoman AkbenOn yıllardır dilimizden dimağımızdan eksilmeyen, doğu kültürü gereği bir unvandır bu futbol dünyamızda: “X kulübün öz evladı.” Bu sezon ligin ilk yarısının bitimiyle birlikte, birbirinden farklı iki “öz evlat” hadisesi damga vurdu gündeme. Biri öz evlat denerek sahiplenilen, biri öz evlat denerek yerilen iki isme, 2010 yılı profesyonelliğinde ve endüstrileşmiş futbol gezegeninde, hala bu ‘evlat’lık merceğinden bakan kamuoyunun tavrı acaba ne kadar doğru?

İlk vaka, eleştirilmesi veya protesto edilmesi kimi Beşiktaşlılar tarafından doğru bulunmayan Nihat Kahveci. Sebep belli: “O Beşiktaş’ın öz evladı!” Sabır sonsuz, kredi sonsuz, anlayış sonsuz.
Oysa bakınca ortada çok ‘evlat’lık ne var, batı perspektifini geçtim, iki taraf arasındaki mukavele gereği bile anlamak zor. Oynasa da oynamasa da parasını alan, üzerine bir de oynayamayan, takımına ilk yarı boyunca fayda sağlamayan ama kimsenin kazanmadığı parayı kazanan bir oyuncu. Daha önce, gitmiş; tepkiler sürecek olduğunda teklif ve imkanları değerlendirip yine gidebilecek, ‘evlat’lığı kendisinin ne kadar dert ettiği tartışılabilecek bir futbolcu. Daha önce de yazdığım gibi, mesleki hakkını kullanarak –ama dostane, ama pazarlık için– ezeli rakiple görüşmüş, yine görüşebilecek, en doğal hakkını kullanan bir profesyonel.

Hepimiz birilerinin evladıyız. Hangimiz ailemizin yanında çalışırken masaya oturup ücret konuştuk, ya da konuşabildik? İşin içine 10 milyon Euro hizmet bedeli girdiğinde o işte ‘evlat’lık nerede kalır tekrar düşünmek lazım. Nihat sadece ailesinin evladı. Beşiktaş’ın ise mukaveleli bir parçası. İşini yapacak, parasını alacak. Arada başka bir ilişkiden bahsetmek, Nihat’ı veya başkasını evlat diyerek kayırabilmek için, o oyuncunun para almaması, ya da aldığı parayı Beşiktaş için başka işlerde kullanması lazım ki anlayabilelim. Var mı böyle bir durum; yok. Kontra tarafına geçelim, Nihat yarın öbür gün Fenerbahçe’ye Galatasaray’a geçecek olduğunda, öz evladımız olduğu için (!) başarısı için dua edecek miyiz, Beşiktaş’a final maçında attığı golde ayağa fırlayıp “Gol!” diye bağıracak mıyız; sanmıyorum. Nerede kaldı peki ‘evlat’lık; bitti. Peki normal olan Nihat’ın o golü atması mıdır, bizim sevinmemiz mi, tabii ki Nihat’ın atması. Dolayısıyla bu ‘evlat’ olma durumunda hatayı başlatan taraf zaten hiçbir zaman futbolcu olmuyor. Kendi başlatıp da bu söylemde ilk kendisi bulunan futbolcu da zaten ne oraya buraya gidiyor, ne paraya pula bakıyor.

İkinci vaka ise geçen hafta içinde yaşanan ve bunun tam tersi bir tepkide kullanılan, bir başka ‘evlat’lık olayı. Semih Şentürk, kendisinin bu ‘evlat olma’ durumunun suyu çıkarılarak yapılan yanlışa, hukuki haklarını kullanarak şimdilik engel oldu. Hemen ertesi gün medyada kimi köşeleri, yadırgayan, kınayan, ayıplayan yazılar doldurdu. O, Fenerbahçe’nin ‘öz evladıydı’. Bunu nasıl yapardı? Bu nasıl Fenerbahçelilikti. Yazıklar olsundu.

Semih Şentürk’e baktığımızda, gördüğümüz tablo gerçekten farklı. Fenerbahçe formasıyla Süper Lig’de 57, Milli Takım ile çeşitli kategorilerde 40 gol. Şu an 27 yaşında olan ve 20 yaşından beri yedek soyunan bir forvet için 57 gol, gerçekten muazzam başarı. Bunca başarıya ve buna rağmen bunca tercih edilmemeye, çok az konuşmuş, bu konu üzerine neredeyse hiç röportaj vermemiş, verdiklerinde, beklenenin aksine, kendisine şans vermeyenler lehine açıklamalar getirmiş, Fenerbahçeliliğini her daim de hatırlatmış bir isim. Ödülü ne olmuş; yerine her sezon öncesi bir başka transfer, sezon boyu yedek kulübesi. Bu sezon “öz evlat olmanın gereğine” bir halka daha ekliyor Fenerbahçe, kendisine haber vermeden Semih’in sözleşmesini uzatma girişimini hallediyor bir de kendince.

Fenerbahçe’nin dediği ortada: “Senin kişisel hayat yolculuğunla, kariyerinle, çocuklarına torunlarına bırakmak istediğin isimle şanla şöhretle ilgilenmiyoruz. Biz senin kariyerin boyunca Fenerbahçe’ye köle olmana bakıyoruz. Aslolan kurumdur, sen bir hiçsin.” Aslına bakarsanız, her kurumun kendi çalışanlarına söylediği şey bu. Bu sadece Fenerbahçe’de değil, tekstil fabrikalarında da böyle, medyada da böyle, aklınıza gelebilecek tüm kurum, şirket ve kuruluşta böyle. Semih de diyor ki “Sana öyle geliyor, ben zaten evlat falan değilim, bu kulübün mukaveleli bir futbolcusuyum da, hele ki sen böyle babaysan, ben iyice evlat falan değilim.” Ama görünen o ki medyanın ve kulübün beklediği bu değil. Beklenen, futbolcunun gerekirse 15 yıl boyunca yedek oturup gıkını bile çıkarmaması, 35 yaşında Rizespor’a satılıp unutulması gitmesi. Semih’in haklı girişimi sonrası edilen sözlere bakınca, görünen bu.

Ne zaman ki kulüpleri borç batağına sürükleyecek ölçüde paralar kazanan futbolcular sanki öpücük karşılığı oynuyorlarmış gibi taraftar tarafından “evlat” denilerek kayırılmaz olur, ya da tam tersi, ne zaman ki kulüpler “Sen bizim evladımızsın” diyerek futbolcularını antrenörlerini sömürmekten vazgeçer, ne zaman ki bu insanlar buna bugün Semih’in yaptığı gibi “Dur” der, Türkiye futbolun dünyada geldiği noktayı ancak o zaman yakalayabilir. Yoksa ortada bir çiftlik havası, ya futbolcu koşturur atı, ya kulüp, bu böyle gider de gider.

Dikkati Çekenler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu