HaberSpor Haberleri

İkinci Zarfa Doğru

Teoman AkbenWolfsburg maçı Şampiyonlar Ligi tarihimizde sahamızda aldığımız en farklı mağlubiyet ile kapandı.

Wolfsburg’un Beşiktaş’la benzer yanları vardı. Bunların biri de her iki takımın da Avrupa çapında yıldızları olmayan, kimin grubuna düşseler büyük takımların çok dert etmeyeceği takımlar olmaları. Bu ortak payda ışığında düşününce, hele ki bir de deplasmanda bu takımdan gol yememişseniz, ikinci maçta da bu kadar fark oluşmamasını bekliyorsunuz. Bakınca, maçta penaltı yok, kırmızı kart yok, hakem hatası yok. Oyun tarafından bakın, ne Beşiktaş berbat oynamış, ne rakip harika oynamış. “Futboldur bu, olur” da diyemiyoruz, çünkü görünen, bu maç yüz kez oynansa yarısının aynı skorla bitebileceği. Peki bu nasıl oluyor?

Sebep Mustafa Denizli’nin Tabata’yı sahada 90 dakika tutmama inadı, eksikler, ikinci golün komikliği, şu bu mu; yoksa büyük resme bakmak mı lazım? Beşiktaş’ın bu tür bir platforma uygun hiçbir yerinin olmadığını görmek, bunu kabullenmek bu kadar zor olmamalı. Kalecilerinden tutun, forvetine, teknik direktörünün içinde bulunduğu travmadan tutun, yönetimsel yapısına, taraftarından tutun, medyasına kadar, Beşiktaş tarihinin en üzücü, en zor dönemlerinden birini yaşıyor. Her kademesiyle tıkır tıkır işleyen, koşmasa da yürüyen onca takıma değil, bunca ağır bir kriz içindeki Beşiktaş’a mı yedirecekler koca Şampiyonlar Ligini? UEFA kupasına gidecek takım olmayı bile en az hak eden takım kim grupta? Tribünde bağırmak çok kolay “En büyük Beşiktaş, başka büyük yok” diye, çok zevkli. Peki ya gerçekte?

Tribünün 2-0’dan sonra “En büyük Beşiktaş, başka büyük yok” ile işi bitince, artık alışıldık koro başladı dün de. Yönetim aleyhindeki tezahürat. Ve bu tutum, bu zamanlama, bu yönetimin aleyhinde bu kadar çok yazı yazmış, bu başkanı Beşiktaş’ın başında bu kadar görmek istemeyen bana bile doğru gelmedi. Çünkü ortaya –derinlemesine baktığınızda böyle değilse de– “1-1 olsaydı iyiydin, ama 2-0 olunca kötüsün” cinsi bir tablo çıktı. Skordan bağımsız bir tutum sergileyemeyen, 1-0’ların puanlarına kapılıp, bağırmamayı seçen, 3-0 olunca yüz seksen derece dönen, Trabzon’u Fenerbahçe’yi yenecek olduğumuzda çok büyük ihtimal yine uykuya yatacak görünen bir tribün profili oluştu. Kısaca, Beşiktaş’ın en doğru parçası gibi pazarlanmaya çalışılan taraftar da, bu sene artık bolca açık ettiği üzere, aslında pek doğru bir hal tavır içinde değil.

En yanlış parçaya, yönetime gelince; yönetimin bu son bölümdeki isyana tutumu, artık klasikleşmiş bir Demirören cinliği olarak bir kez daha sahnelendi: “Karşı tarafın tepkisinden bir şeyler cımbızla, sen ona bunun için iki katı bağır, kamuoyu oluştur. Bu arada asıl başarısızlık, sana neden bağırıldığı da unutulsun”. Bu bir Beşiktaş tarzı değil. Bunun hangi kulübün, hangi başkanın tarzı olduğunu bütün Türkiye bilir. En son Ercan Saatçi olayında, görüntüleri internete sızdıran suçlu oldu; o ismi Galatasaray’a küfür etmekle suçlayan suçlu oldu, herkes suçlu oldu, ama bu kişiden bahsedilmedi. Kimin ne yaptığı unutuldu, namlu buna tepki verenlere ve görüntüyü internete verenlere çevrildi. Başkanın model aldığı şeyler bunlar. Ama bu taktikler de biter. Meşhur hikayeyi unutmamak lazım. Rusya Başkanı, arkasından başkan olacak adaya “Ben gidiyorum, sana yardımı olsun diye de bu iki mektubu bırakıyorum. İşler kötü giderse ilk zarfı, daha da kötü giderse ikinci zarfı aç” demiş. Durumlar bozulduğunda ilk zarfı açmış başkan, “Onu bunu suçla, gerekirse beni suçla” yazıyormuş mektupta. Uygulamış ve bir süre idare etmiş. Derken işler daha kötüye gitmiş ve aklına ikinci zarf gelmiş. İkinci zarftan çıkan mektup “Çabuk iki mektup yaz” diyormuş.

Her şeyin sonu gelir.

TEOMAN AKBEN

Dikkati Çekenler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu