GündemHaber

Ecnebi Meyhanesi

“İçmişim armut rakısını

Geçmişim Turnel köprüsünü

Varmışım Hıfzı’nın evine

Satmışım şeyin anasını

Dol kara bakır dol…”

Paris’te rakı bulamadığı zamanlarda armut romu içtiği akşamlarını böyle anlatmış Bedri Rahmi. Ne Bedri Rahmi’yi düşündü o akşam ne de Yahya Kemal’i.

Selim’le buluştular, ecnebi meyhanesinde beraber içecekler, beraber susacaklardı.
Konuşmamışlardı ama söze dökülmeyen bir anlaşma yapılmıştı, böyle olacaktı. Adam hayatı bir limanın gözlerinden seyredecekti. Seyirci olacaktı, zaten ne bir repliği vardı ne de bir senaryosu vardı akşama dair. Susmak istediğinde bir dost alırdı yanına, öyle yaptı. Beraber susma konusunda kıdemli arkadaşıyla yanyana oturdu bu kez. Gözlerini denize çevirdi, Selim de aynıydı. Konuşmak isteseler çok şey bulunurdu, lakin dostların sarfettikleri cümleler çoğu zaman tekrardan ibaretti, bunu bilip sustular.

Bana kalırsa ya içkiden ya bayağılıktan ölecekti. Önce semtine, sonra evine, gitgide içine kapansa da, sürgüne göndersess 1 de yüreğini, yakasını bırakmayan toplumsal bayağılık öldürecekti onu. İçki, sigara, kalp yetmezliği… Zaten bacağındaki ağrı gerçeğin kendisiydi işte.

sampiyonlar ligi WTS 2

Gidişi de duruşuna uygun olurdu… Çengelköy’deki tarihi bir konağın ikinci katındaki çalışma odasında bulurlardı. Yanında inceden bir Müzeyyen ya da Münir Nurettin çalıyor olurdu, masasının üzerinde dünyayı kurtarma notları. Ani olurdu ölümü, sessiz sedasız, sonradan haber alırdı tanıyanlar, oysa yeni bir yolculuğa çıkmış gibi planlar yapardı o haliyle. Gördüğünüz gibi normal bir durum olurdu. Bence ölüm de ölenin kim olduğuna bağlı olarak tanım değiştiriyor. “İstanbul’dan sıkıldım, hadi bi koşu Paris’e gidip uzaya gitme formülünü alıp geleyim” dediği gibi, dış hatlarda pasaport kuyruğuna girer gibi giderdi. Adamın gidişini böyle hayal ederim. Bize öğretmediler lakin ölümün yakıştığı insanlar vardır, ölür ve kalır. Öldüğüyle kalmaz, yaptıklarıyla kalır, yazdıklarıyla, düşündükleriyle, yaşadıklarıyla…

Hayatı ihtimaller üzerine kurgulanmış adam tabakasından bir sigara çıkardı.
Bir şeyler konuşmak gerekli mi diye düşündü, konuşulmazsa boşa mı geçerdi gece? “Bir toplumda şarap kültüründen yoksunluğun o topluma nelere mal olduğunu saptamak kolay mıdır?” mesela…
Tabakasından bir sigara çıkarır devam ederdi:
“Türkiye 794 bin hektarlık bağlarıyla dünyada beşincidir. Şarapçılıkta ise otuzuncu… Şarapçılıkta da beşinci olsaydık, gerek ekonomi gerek yaşam düzeyi açısından tam bir keyif ülkesi olacaktık” diyebilirdi lakin bu akşam değil.

ss 2Kadın yoktu masada. Kadın kokusu, gülüşü, duruşu, cilvesi, kadın ruju eksikti. Bir kadın kondurdu boğazın tam ortasına, dalgalarla raks eden. İyi gelmedi bu akşam, yokluğu besbelli içine oturdu adamın. Kadın koklamayı isterdi masada, kadını gülümsetmeyi, sonra elinden tutmayı, onaylamayı, havadan sudan konuşmayı, şımartmayı, şefkat göstermeyi, kıvrımlarına dokunmayı, beline dolanıp meyhaneden çıkmayı. Lakin gençlikten midir bilinmez sevemezdi, bilemezdi, bir kadında barınamaz, barındıramazdı. Elbette öğrenirdi zamanı gelince suskunluğunda bile konuşmaktan vazgeçmeyi. Kendini olgun sanırken zaafları gençliğini ele veriyordu. Tam o anda itiraz ediyordu, “hayır, o ben değilim”. Ah şu gençlik! Tazeliğiyle birlikte gelen hayatın çiğ hali…

Karaköy limanının gözlerinden karşı kıyıya bakarken, hüzzam şarkılar fısıldadı muteber hatıralarına.

ss 3

Limanın gözleri açık, limanın gözleri buğulu… Adamın kafası karışık, yaraları yanıyor İstanbul’un koynunda. Limanın gözleri düşünceli, dolu… Bi başlasa sağnak olacak ama başlamaz. Boğazın akıntısında kaybolup gitmesine izin vermez adam ne yaralarının ne sancılarının… Öyle ya bunca yıl sarıldığı, saklandığı koca bir geçmişe içinde ne olursa olsun yol vermez… Şu oturduğu yerdeki şeklini almak için ne çok kan kaybettiğini, nelerden vazgeçtini, dizlerindeki yaraları unutmaz.

Umduğundan meraksızdı Selim bu akşam, kalkıp gitse Selim’in umurunda olmayacaktı. Kendine tutundu adam. Limanın gözlerinden baktı adam tüm şehre, “anlat İstanbul, herkesin insan olduğu bir saatin var mıdır? kaç insan senin sessizliğinde kendi olur?”

Köşede duran koltuk değneklerine ilişti gözü. Sordu sordu sordu yine… Adamın hikayelerinde can acıtırdı kadınlar. Kadın giderdi, kadın kalırdı, kadın üzülürdü, kadın ağlardı, kadına anlatmak zordu durumları. Düşününce gençliğinin farkına varırdı, tüm bunlar gençliktendi, bitince geçecekti. O güne dek her limanın gözleri mahşer yerine bakar gibi bakacaktı denize.

Limanın gözlerinden uzaklara dalıp efkarını bağırdı sessizce “Ey İstanbul hangi odalarında olmayan bir yarin hayali konuktur, varolan hangi yarin koynu masumdur?”

Karaköy rıhtımı hareketliydi, meyhane kalabalıktı. Bir Selim suskundu, adam bağıra çağıra konuşuyordu şehirle, kendine kondurmadan, yaralarını kanatmadan, hedef göstermeden, hedef olmadan. Her insan gibi kalabalığı vardı lakin bu akşam yüreği ana baba günü. Söylese dili lal… sustu, içti… sordu, içti… seyreyledi denizi, kayıkları… Selim’in ellerini gördü masada, yalnız değildi…

Kalbi acıdı bazı anlar, bilemedi neye acıdığını. Vapurlar vardı lacivert sularda raks eden, yanyana sıralanmış kayıklar vardı, koltuk değnekleri vardı yan masada, hüznün habercisi. Bir tek o olsa… Masa sessiz, masa kasvetli, masa kavgalı… suratlar asık… neş’esiz… Başka bir kalp ağrısı vardı masada belli…

Gözlerini çevirdi karşı kıyıya:
“Ey istanbul, ne çok hayatı yırtmak lazım tırmanırken zirvene? Seni hayal ederken, lodoslarında savrulmayı dilerken hesap etmek gerekir: kaç hayat bir hiç gibi savrulur ellerinde?”

“Gidelim Selim, gidelim… Bugün hava çok ağır”…

[adrotate group=”69″] [adrotate group=”69″] [adrotate group=”69”]

Ecnebi Meyhanesi

Yaslanmışız iskemleye
Yanyana,
Belli ki raki içmeyeceğiz,
Öyle olmasa,
Mutlaka karşılıklı otururduk,
Sırtı dönük bir genç kız,
Ecnebi meyhanesinde,
Koltuk değnekleri trabzana yaşlı,
Limanı seyretmekte,
Bir yaşlarda bir genç adam,
Susacak ne çok şeyleri varmış,
Sevda mı, sıhhat mı, para mı?
Rakı şişesi kucağımda, duramadım,
Kapak var ya kapak, kafi geldi bir an,
Oralı değil Selim,
Biliyorum, yanyana iki masada,
Lisanlar farklı konu aynı,
Gönül yaraları deşiliyor inceden,
Kendi elinle kendi yaranı kanatıyorsun,
Bir genç kız, kanatıyor yarasını bir genç adamın,
O yüzden ses vermiyor ne gece ne liman,
Kadehler dahi ses vermiyor,
Değnekleri, genç kızın gibi geliyor bana,
Belli belirsiz üzüyor beni,
Sevilmek mi derdi? Sevilmemek mi?
Ayırt etmek ne zor.
Kafamız dumanlı, gönlümüz sarhoş,
Bıraktık biliyorum kendimizi,
Yan masadayız,
Kapak diyorum, yeri geldi mi
Kadeh de değişir masa da,
Bir derdi var oğlanın gibi,
Yüzü az buçuk ağlamaklı,
Genç kiz bize daha uzak,
Dönük sırtı,
Belli ki oğlan Türk olsaydı
Mutlaka geçirirdi içinden
“Ne bulduysa kaybetti gonül aşktan yana.”
Ben bunu genç adama yoruyorum,
Biliyorum ki Selim de genç kiza,
Vakitli vakitsiz, gelen giden oluyor,
Liman içiyor, şahdeniz içiyor,
İçenler neşeli içenler ağlamaklı,
İçmeyenler maalesef herşeyden habersiz olmalı,
Kalktılar usulca,
Genç kız koluna girdi,
Genç adam değneklerini aldi,
Şöyle bir omuz silkti
Genç kız birakti adamı
Genç adam kendisi attı adımını,
Limana doğru gitmediler,
Mahalleye doğru girdiler,
Ayrı yürüdü genç adam,
Yükünü taşıyor gibiydi sevdasının,
Ama yalnız yürüyordu,
Ne garip,
Genç kız da yalnız yürüyordu,
Ama o yükünü attığından sevdasının
Yalnız yürüyordu…

Kalan bizdik yine,
Ecnebi meyhanesi de olsa,
Yokuş inmek çabuk bitmişti,
Kendi yükümüzle, yanyana,
Oturakaldik,
Tam bu veçhile, biliyordum,
Biz limana karışmalıydık,
Karışmasak çıldırırdık,
Selim de anliyordu bunu,
Karşımda otursa daha çok anlardı ama,
Olsun varsın,
Biz limana, ışığa karışmalıydık,
Kalktık usulca,
Istıraptan sırasını savmışlar olarak,
Ters istikamete yürüdük,
Biliyorum, genç adam da,
Bizim yolun bir sonraki yolcusu olacak mutlaka,
Sonraki akşam veya daha sonraki…

Değerlerini bu topraklara vakfeden sevgili Ata Özkaya’ya teşekkür ederim.

[adrotate group=”54″]

Dikkati Çekenler

56 Yorum

  1. Sn. Sökmen, bu gizemli adamlar aynı adam mı yoksa? Çok güzel bir hikaye çıkarmışsınız. Yaz istanbulu için harika bir anlatım olmuş. Şiir de bir harika. Arkadaşınızın ve sizin kaleminize sağlık.

  2. bedri rahmi eyüboğlunun paris geçmişi olduğunu bilmiyordum. bütün iyi yazar ve şairlerimiz mutlaka uğramışlar yaşamışlar orada. bir de armut rakısı dedikleri şey le l’eau de vie poivre galiba.

  3. Selim ve gizemli adam aynı kişi mi? Yoksa hepsi birden Ata Özkaya mı?

  4. Yazıda herşey, şiirde herşey var. Şiirin içindeki tüm öğeler tüylerimi ürpertti. Hem yazı hem de şiirdeki duru ve rasyonel ama bir o kadar romantik ve hüzünlü anlatım.

    Sayın Ata Özkaya, Sn. Seçil Sökmen, lütfen yazmaktan ve yaşamaktan vazgeçmeyin. Birlikte daha çok yazınızı bekliyoruz.

    Çok teşekkürler.

  5. uzun zamandir bekliyordum bedri rahmiyi yazmanizi. benim dimağimda yer eden bir dortlugu vardir ki cok guzel anlatir herseyi:

    yaşimi yaşina kattim doksan çikti
    canimi canina kattim noksan çikti
    beraber bir resim cektirdik
    bombok çikti

    buda bir sevdadan nasil vazgectigini anlatir

  6. kendisine ait dol karabakir dol isimli kitabini uzun arayislarim sonunda bulmus bulunmaktayim.

  7. Ben şiirdeki kahramanımızı Bedri Rahmi’ye birebir benzettim. Biraz da nazım kokuyor. Hatırladığı kadınlar da Bedri Rahmi kadınları gibi.

    “insanın ruhuna zikzaklar çizdiren, mayın tarlasında gözlerinizi bir süreliğine kapadığınızda sadece gözlerini anımsayabildiğiniz canan kadınlar”
    ayrılıkları uzunyol kamyonları gibi kokan.

    Sizce de öye midir?

    Yazar Sn Sökmen hiçbir yoruma cevap vermemesiyle tanındığından bu soruyu şaire yöneltmek gerekir belki de.

  8. Yağmurlu Viyana sabahından selamlar. Hem Sn. Ata Özkaya hem de siz özlettiniz bana Karaköyü Galatayı Kadıköy meyhenelerini.

    Bu yaşam panoraması yüksek iki kalemden çıkan yer yer hüzünlü ama daha çok bakmayı ve yaşamayı sanat edinmiş iki kişinin ortak çalışması harika bir yer buldu zihnimde.

    Kapaktan rakı içmek

    Koltuk değnekleri

    Limanın gözleri

    Selimin ismiyle müsemma sessizliği

    o kadar güzel olmuş ki, o kadar yani! 🙂

  9. “Limanın gözlerinden uzaklara dalıp efkarını bağırdı sessizce “Ey İstanbul hangi odalarında olmayan bir yarin hayali konuktur, varolan hangi yarin koynu masumdur?”

    Şiir güzel ama bu sözlerle beni dünyadan koparttığınız başka bi yere gittim. Galiba tüm gün bu yazıyı düşünücem, tekrar tekrar okuyacağım.

  10. akşama kadar tekrar tekrar okuyacağım yazı ve şiir.

  11. eğer bir sevda insana güzel geliyorsa hala bitmemiş demektir.
    kafa karıştırıp saatlerinizi alıyorsa bir sorun var demektir.
    ismi telefon defterinizde birşey ifade etmiyorsa unutulmuş demektir.

  12. hüzzam sevdalar, karaköy meyhanesi, balıkçılar, kayıklar, koltuk değnekleri. her ne kadar koltuk değnekleri yazıda yerini bulmuş olsa da ası söylenmek istenen hayat.
    öyle mütevazi bir yazı olmuş ki, herşey tadında ölçüsündü. ölümü de anlatmış yazı ama nasıl anlatmış, insanın ölesi geliyor. işte bu da başka bir yetenek başka bir bakış açısı.
    bence yazmak arızalı insanların işi. şair de yazar da bu arızayı yeterince edinmişler.

    birkaç defa daha okuduktan sonra bir yorum daha yapabilirim.
    elinize sağlık.

  13. gizemlerinizden birini bu yazıda açığa çıkarmışsınız sayın sökmen.
    be nu yazının devamı geleceği kokusunu alıyorum. Sn. Özkaya’ya bizde teşekkür ederiz. Köşenizde ağırladığınız için size de.

  14. bedri rahminin büyük aşkı MARI GEREKMEZYAN vardır. Sanat fakültesinde okuduğu tarihlerde tanıştığı konuk öğrenci. 32 yaşında vefat eder Mari Gerekmezyan. Onun ardından dörtlükler yazar. Sn. Ata Özkaya’ya saygısızlık etmemek adına şiiri koymuyorum. Şiirde bazı yerleri anlamak için ya oraa olmak ya da hikayesi varsa bilmek gerekiyor. Güzel olmuş ama.

  15. Okurken Kuzgun Acar ve Attila İlhan eşlik etti bana; evet Nazım, Bedri Rahmi ve Kavafis de… Kaleminize sağlık.

  16. Mari isimli bir sevgilisi olmuş Bedri Rahmi’nin. Hatta rivayete göre “türküler bitti halaylar durdu, horonlar durdu hüzün geldi baş köşeye oturdu” dörtlüklerini yazmıştır.
    Mari bir sanatçı ancak bedri rahmi evli. mari hasta oluyor ve ölümüyle sonuçlanan hastalığı sırasında, bedri rahmi bir çok eserini yok pahasına satıp ona ilaç almaya çalışıyor.

  17. resimleri çok güzel seçmişsiniz. ilki bir kartpostal sanırım. resimler kimin acaba?

  18. DERYAK :Okurken Kuzgun Acar ve Attila İlhan eşlik etti bana; evet Nazım, Bedri Rahmi ve Kavafis de… Kaleminize sağlık.

    Sayın DERYAK’a katılıyorum. Bende bu yazı ve şiir Attila İlhan’ın İstanbul ağrısı etkisini yaptı. Biraz Nazım da. Bilmiyorum ki çok karıştırdı yazı ve şiir beni. Toparlayamıyorum bir türlü diyeceklerimi. Ne yazsam klişe olacak ne söylemeye çalışsam yarım kalacak. Hadi kalın sağlıcakla.

  19. hepimiz bu yerlerden bu mekanlardan geçiyoruz ancak hayata başka bir gözden daha sihirli bir pencereden bakanlar bu yazıları ve şiirleri yazabiliyorlar sanırım.

    Sn. Ata Özkaya ve Sökmen’e teşekkürler. Bir kaç defa okumak lazım yazıyı anlamak için.

  20. Cesaret ve güç böyle birşey olmalı. “Hadi ben bi koşu Paris’e gidip dünyayı kurtarıp geleyim”. Bu kadar basit aslında. Bunun şartlarla bir ilgisi yok, şartları gitmek isteyen yaratır. Yazarın ve şairin yanındayım. Zaten ikisinin dünyaya bakışı benzer. Yukarıdaki benzetme, anlatım tarzı, adamın dünyaya nasıl baktığını anlatım mükemmel olmuş. Aslında her paragraftan bir yazı çıkarabilirim. O lezzette olmuş 🙂

  21. şiiri çok beğendim. şairin başka şiirlerini de yayınlarsanız seviniriz herhalde hepsi istanbul konuludur tarzından belli.

  22. türk edebiyatçıları niye hep rakı içer?

  23. hepimiz hayata seçemediğimiz bir noktaan başlıyoruz ancak nasıl yaşayacağımıza karar verebiliriz. hayatın hüznünü doğal karşılayan bir şair,koltuk değneklerini de hayatın parçası sayan bir şair, ölümü de hayata dahil etmiş bir yazar. Herşeyin fazla dramatize edildiği yazılar ve ünlemlerle, abartılı sorularla okuyucuyu manipüle eden yazılardan çok uzak. Temiz ve duru bir yazı ve bir şiir.
    Benim de dileğim devamının gelmesidir.

  24. koltuk değnekleri adamınmış gibi geldi kendisinin değilmiş gibi yazmış olabilirmi?

  25. ben bu adamı tanıyorum galiba 🙂

  26. peki adamın dünya kurtarma notlarında neler yazıyomuş? selim neden suskunmuş? limanın gözlerinden hayatı seyrederken adam neler görmüş? hangi yaraları yanıyomuş? koltuk değnekleri neyin sembolüymüş?

  27. bedri rahminin dizelerinde anlattığı hıfzı topuzdur ve yanılmıyorsam 90 yaşındadır. Bir insandır, yukarıdaki şiiri okusaydı çok beğenirdi.

  28. en azından üç dil bileceksin
    en azından üç dilde
    ana avrat dümdüz gideceksin

    Bedri Rahmi Eyüboğlu

  29. Evet bedri rahmi pariste yaşamıştır ve sonrasında sık sık da gitmiştir. Bedri rahminin karaköydeki aksu işhanında çinilerini de görürsünüz. Bedri Rahmi! Nam-ı diğer Bedros Reis.

  30. şiir de çok güzel ama ben daha çok yazının derinliğini sevdim. Kendi müziği, kendi tınısı var sanki yazının. Yorumları okuyorum da herkesi farklı farklı yerlere götürmüş yazı.

    Kimini bir ansiklopedi yaprağına, kimini bir içki masasına, kimimizi sevda kuyusuna atmış.

    Bu nedenledir ki iki güzel insana Ata Özkaya ve Seçil Sökmen’e teşekkür ederim.

  31. Seçil Ablacım eline sağlık walla süpper bi yazı olmuş. Kahve içerken okudum sesli olarak bütün aileye arkadaşın da çok güzel yazmış 🙂

  32. koltuk değnekleriyle yürümek zordur. Çoğu zaman birine bağlısınızdır. Ben yazıdaki koltuk değneklerinin bir kadını sembolize ettiğini düşündüm ama sanki kadın arkasını dönüp gitmiş, geriye bir Selim kalmış gibi

  33. merhaba Seçil abla okullar tatil olunca gelecektin gelmedin. Seni özleerek bekliyoruz tüm köy ve ailenin sana selamı var. Saygılarımla.

  34. Bedros Reis olarak da bilinen Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun büyük aşkın Mari Gerekmezyan bir seramik sanatçısıdır. Evli olmasına rağmen çok sevmiştir Mari Gerekmezyan’ı. Armut romunu rakıya benzetirdi Bedri Rahmi, gittiği ev de Hıfzı Topuz’un eviydi Paris’te. Tournelle köprüsünün üzerinde yürüyerek geçerdi St. Louis’e.

  35. ‘Karadut’ gerçeği…

    1949’da bir gün İstanbul Büyük Kulüp’teki bir toplantıda, davetliler Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan bir şiir okumasını istediler. Eyüboğlu ayağa kalktı ve Karadut’u okumaya başladı: “Karadutum, çatal karam, çingenem/
    Daha nem olacaktın bir tanem/
    Gülen ayvam, ağlayan narımsın/
    Kadınım, kısrağım, karımsın”…
    Bedri Rahmi, şiiri okurken aniden gözlerinden yaşlar süzüldü.
    Salondaki herkes niye ağladığını anlamıştı; tabii herkesten çok, hemen yanı başındaki karısı Eren Eyüboğlu…
    Çünkü şiirde “kadınım, kısrağım, karımsın” dediği kadın, karısı değildi.
    Bu şiiri 3 yıl önce, bir başka kadın için yazmıştı: Mari Gerekmezyan…
    “Kara saplı bıçak gibi”
    Mari, Bedri Rahmi’nin asistanlık yaptığı Güzel Sanatlar Akademisi’nin heykel bölümüne misafir öğrenci olarak gelmişti.
    O dönem askerliğini yapmakta olan şair – ressamın sinesine, “kara saplı bir bıçak gibi” saplanmıştı.
    Mari, Bedri Rahmi’nin bir büstünü yapmıştı. Bedri Rahmi bu büstü, Mari’nin çeşit çeşit portresiyle ve ona yazılmış şiirlerle yanıtlamıştı.
    Artık aşklarından bütün İstanbul haberdardı. Bedri Rahmi, sanatında tam bir patlama yaşıyor, Eren Eyüboğlu ise sabırla eşinin kendisine dönmesini bekliyordu.

    “Karadut”, 1946’da menenjit tüberküloz kaptı. İyileşebilmesi için antibiyotik lazımdı. Savaş yeni bitmişti ve ilaç ateş pahasıydı.
    Bedri Rahmi, genç sevgilisine ilaç alabilmek için tablolarını elden çıkarmaya başladı. Ancak bu çabalar da sonuç vermedi ve o yıl İstanbul Alman Hastanesi’nden Mari Gerekmezyan’ın ölüm haberi geldi.
    Bedri Rahmi yıkılmıştı.
    Sevgilisini sonsuzluğa uğurladıktan sonra keder içinde eve döndüğünde kendisini teselli eden, yine eşi Eren olacaktı.
    O dönem içkiye başladı ünlü şair…
    Aşağıdaki şiir, o dönemin ürünüdür:
    “Türküler bitti/
    Halaylar durdu/
    Horonlar durdu/(..)
    Hüzün geldi baş köşeye kuruldu / Yoruldu yüreğim, yoruldu.”
    Eren Eyüboğlu, eşinin bu zor dönemi atlatmasına yardımcı oldu. Onu yeniden sanatıyla buluşturmak için çabaladı.
    Başardığını sanıyordu.
    Ta ki Büyük Kulüp’teki o geceye kadar…
    “Karadut”u okurken, Bedri Rahmi’nin yanaklarından süzülen gözyaşları, sevda yarasının hâlâ kapanmadığının kanıtıydı.
    Bunun üzerine Eren, bir süre Paris’te yaşamaya karar verdi. Oradan eşine yazdığı bir mektupta “o gece”yi hatırlattı:

    4 Ocak 1950 – PARiS
    “Canuşkam,
    Kulüpte bir gece, şiir okumuştun, hani! Hatırladın mı? Gözlerinden, birden yaşlar döküldüğünü görünce içimin karardığını hissetmiştim. Sesin, nasıl titremişti.
    Hey! Bütün bunları hatırlıyor musun? Sanki böğrüme, kızgın bir ütü yapmışmış gibi olmuştum. O gece… Senin seneler sonra bile olsa yanıp tutuştuğunu anlamıştım! Bedri’nin ruhuna, insan üstü bir gücün acıyıp, ona güç vermesi için dua etmiştim. Ruhunun çektiği acıları Allah dindirsin. Allah sana resim yapma sevinci versin ve bizim yanımızda yaşamaktan, mutluluk duyabilmeni sağlasın.
    Eren.”

    Can Dündar’ın 100 yılın aşkları belgeselinden.

  36. Seçilciğim Merhaba, kalemine sağlık, çok güzel iki yazı olmuş. Şiirdeki anlatım tarzını çok beğendim. Karaköy’de hangi meyhane burası? Mutlaka gidip bu yazıyı düşüneceğim orada.

  37. Vazgeçmiş…Aynı zamanda mutlu…Limanın gözleri…Hepimizin limanı farklı değil mi? Ki güzel olan bu bence… Elini sağlık, şairin de.
    Sevgiler…

  38. baloncu, istiklal’de iki kadın, cap ou pas cap … yazılarınız uzar gider listede. Ben arada dönüp dönüp okuyorum biliyor musunuz? Gerçekten bir kitabınız var mı yoksa uydurma bir haber mi?
    internette aradım bulamadım.

  39. Çiğdem Araf :peki adamın dünya kurtarma notlarında neler yazıyomuş? selim neden suskunmuş? limanın gözlerinden hayatı seyrederken adam neler görmüş? hangi yaraları yanıyomuş? koltuk değnekleri neyin sembolüymüş?

    bence adam o notları yakacak bir gün denizde. belki de yakmıştır.

  40. ben de oturdum karaköy’e ben de kapağından rakı yudumladım, koltuk değneklerini seyrettim, adamın sevdalısını düşündüğünü anladım uçtum gittim. Sn. SÖKMEN sizinle tanışmak istiyoruz bunu isteyen cok insan var. Farklı bir tarzınız ve doğallığınız var, bizlerde merak uyandırıyorsunuz. Hikayelerinizi nasıl yazdığınızı bilmek istiyoruz.
    Sn. Ata Özkaya’ya da teşekkür etmek isterim.

    Yazınızın sonunda cümleyi Ata Özkaya’nın insan tarafı kuvvetli bir şair olmasına yoruyorum.

  41. Gidelim Selim dedi bugün hava çok ağır.

    Finalde kafadan kopartmışsınız okuyucuyu 😀

  42. Sökmen hAnım öncelıkle yazınız ve şiiriniz için sizi tebrik ederım.
    bu yazının devamını yazmanı tavısye ederım kaybolan cok gzuel seyler daha cok var.kalemıne elıne sağlık ıyıkı varsın

  43. Sn Sökmen ben olsam bu yazının devamını yazardım. çok güzel olmuş. şiir ve yazı için ayrı ayrı teşekkür ederim.

  44. Sn Sökmen ben olsam bu yazının devamını yazardım. çok güzel olmuş. şiir ve yazı için ayrı ayrı teşekkür ederim.

  45. Sevgili Seçil Sökmen,
    Sevgili Ata Özkaya,
    Bu akşamımızı keyifli ve duygulu kıldığınız için teşekkürler. Birbirini tamamlayan ve iyi anlatan güzel bir bütün olmuş her açıdan. Elinize sağlık.
    Umarım bir defalık olmaz 🙂

  46. Eğer Bedri Rahmi’nin Paris güncelerinden bir kaçına rastlamak isterseniz Hıfzı Topuz’un Elveda Afrika Hoşçakal Paris isimli kitabını okumanızı tavsiye ederim.

    Yazı ve şiir için de teşekkürler.

  47. ben bu yazının devamı gelir derim. böyle bitmez bu şarkı 🙂

  48. İstanbulda öğrenciliğimi geçirdim 4 yıl yaşadım. Galata köprüsü altı meyhanelerini çok özledim. Bana sanki ordaki meyhanelerden birinde yazılmış ve yaşanmış gibi geldi.

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu