Makaleler

Bâdbân

Sevgi Egeli'nin pırıl pırılsa, güzelliğe yelken açan Bâdbân isimli makalesini sizlerle paylaşmaktan mutluluk duymaktayız.

“Hava bir tuhaf, hayal kurmaya yönelik bir durum var sanki… Kaçmaya zorlayan bir bulutluluk. Bir balkon olsa şimdi. Kimsenin seni tanımadığı bir şehirde. Kahvenin içine konyak kendiliğinden düşse, kocaman bir hırkanın içinde olsam. Bir şeyi terk etmiş olsam.

Mesela bir şehri. Mesela kendimi, yüzümü, kimliğimi mesela. İsmimin başka haliyle telaffuz edildiği bir şehir olsa bu, ben de artık başka bir isimle seslensem kendime. Yağmurlar kırıcı olmaya başladı bu şehirde” diye dökülüverdi bir gün içimden..

Siz de benim kadar yok gibi hissediyor musunuz kendinizi bazen? Bahsi geçmeyen bir ayrıntı… İhmal edilmesinde hiçbir sakınca görülmeyen biri gibi. Deliliğin ortasında kalmış, kaderi bu deliliğin içine doğmak olan biri gibi….

Ve devamında bir suçluluk duygusu.. Öyle ki; yemeğin yemediğim yarısının bile kalbinin kırıldığını düşünüyorum, bir kuşa ekmek versem, veremediğim diğerlerinin diş bilediğini.. Böyle yaşamak kolay olmuyor elbette.. İnsan, yaşamayı becerebilenlerin karşısında donup kalıyor.. Merak ediyorum, insanlar nasıl oluyor da yaşamaya ara vermek istemiyorlar.

secil sokmen yeni yazisi

Söylemiştim oysa; ben gürültüde kalıcı değilim. Bu kadar gürültüde kalamayınca, çıktığım yol mecburi bir yolculuk oluyor, hikayesi de seçmediğim hikayeler olacak.. Hissedemiyorum artık, ortak alanlarımız ve agoramız kalmadı. Herkes kendi bacağından asılmak isteyen koyun tarifinde. Bu bir mecburi yolculuk hikâyesidir. Yolda anlatılacak bir şey olursa eğer, kim bilir… Düzenin bozulmalı, evden çıkmak budur aslında. Yolculuk, bir düşmek ve kalkmak meselesidir eve yaralarla dönmeyeceksem hiç gitmemişim demektir.

badban yazisiGidiyorum… Sıkı sıkı tutmadığımda beni bırakacak elleri bırakarak, bütün bildiklerimi unutarak;

geri dönmeyi beceremeyecekleri için, bir kez gitseler artık hep gideduracakları için asla çekip gitmeyenleri, öpüşmeden aşık olanları, kavga etmeden yenenleri, yarım kalmış ve aynı yerinden kanayıp duran hikayeleri, cümle bittiğinde ölmek zorunda kalacağı için lafa hiç başlamayanları bırakarak gidiyorum.

Giderken heybemi boşaltıyorum. Zira yolunu bulmak için çıkacağın bir yolculuksa bu, heybeyi dolu değil boş tutmak gerekiyor, biriktirdiklerini sürüklerken insan hareket edemeyecek kadar ağırlaşıyor zira.

Gülmeleri, gezmeleri, içmeleri de almıyorum yanıma. Bu gündüzleri, geceleri, hikayeleri, tarif edimiş herşeyi bırakıyorum, tarif edilmiş kendimi de.. Tarif edilmiş herşeyi, tariflere muhtaç bir düzlemde bırakarak.

Yanımızdaki, hayatımızdaki meşru olan…. Kabul edilmiş olan, arkadaşlarımıza tanıştırılmış olan, bizimle birlikte hatırlanan, birlikte hatırlandığımız kişi. Birini bırakmıyorsun ki bıraktığında, kendinin onunla tanımlanmış halini de bırakıyorsun aslında. Kendinin o kabuğunu bırakmak kolay mı?

İşte meşrulaşmış ve bilindik, masalarda, özgeçmişlerde insanlara tanıştırdığım hayatımı bırakıyorum geride. Benim bile henüz tanışmadığım bir yenisine doğru… Yarası yarama denk gelen hikayeler bulmayı ümit ediyorum…

Belki şeyler, kendini deyiverir kendiliğinden. Olmazsa da geriye dönerim, sevdiklerimi hatırlarım, özlerim. Lakin bugün tekrar yüksek ve geniş yaylalara çıkmak mecburiyetindeyim.

Dar odalarda çürüttüğüm organımı iyileştirmek için uzun bir yola gideceğim. Oralara vardığımda hâlâ çıkıyorsa sesim, sevgili ana dilime, iç dilime, kendime yeniden kabulümü dileyeceğim.

İçime, kendime giremezsem -kendinin dışında kalan herkes gibi- biteceğim. Oysa büyük yüzölçümlü cümleler kurmak için okyanuslar geçmem gerekiyor… Kendi küçük, yüzölçümü büyük cümleler kurabilmeyi diliyorum birgün, o kadar küçülmeyi ve sadeleşmeyi… Tüm insanların ismini dilimin üzerinde bir şeker gibi eritircesine sevebilmem için kalbimde, ruhumda alan hakimiyeti istiyorum yeniden.

“Yaz” diyorsun ya bana… “anlat”… Ben daha ne anlatayım ki sana?

Sevgi Egeli

Dikkati Çekenler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu